29 Aralık 2010 Çarşamba

Islak Çoraplar

Karanlık bir aralık akşamı, kadim dostlarımla, manidardır, İstanbul'un eski kiliselerinden birinde buluşuyoruz.
Noel gecesi ayini başlayacak. Bilen bilir, noel zaten kadim insanların kış gündönümü kutlamalarının devamı.
Ben uygun olsun diye simli çoraplar giymişim, maksat o ışıltı zaten, o ışığı davet ritüeli,eğlence işte.
Mumların başında buluyorum onları, kadim dostlarım, bu yaşamdaki yol arkadaşlarım, çocukluğum, gençliğim, güzelliklerim,güvendiklerim..

Ellerinde mumlarla dilek diliyorlar, olsun ve de öyledir diyorum içimden. Dilekleri ne ise olsun.
Ben de kendi mumlarımı yakıyorum. Diliyorum,olsun.

Sıraya oturuyoruz, yanyana sessizce ayini izliyoruz. Herkes kendi dünyasını yaşıyor, kendi düşüncelerini, o anın enerjisini. Gözlerimi yummuşum, o ortamla alakasız vizyonlar görüyorum, huzurluyum.

Diyor ki patrik;  şimdi  bayramı kutlamak için, elele tutuşalım.Elele tutuşuyoruz, birliğin güzel huzuru.
Sonra komunyon başlıyor, komunyona sadece hristiyanlar katılıyor biz de kalkıyoruz güzel bir yemek zamanı.

Yemekten sonra, adımlarımız bizi Galata'ya götürüyor. Güzel bir sokakta, güzel bir binaya bakarak, yagmur üstümüzdeki tenteye şirin sesler vurarak neşelendirirken bizleri, çay içiyoruz. Ah ne huzur.Ne mutluluk.

Sohbet deviniyor, huzur omuzlarımdan sıcak bir şal gibi dökülüyor. Karşımdaki dostlarıma bakıyorum,
ne çok alışkınım onlara, ne çok zaman geçirdik beraber, ne çok seviyorum onları.

Saatler huzur ve saadetle kayıp gidiyor, anları dolu dolu sindire sindire yaşamak, kıymet, sokağın karanlık aydınlığı, yagmurun neşesi, her şey çok güzel.

Kalabalığın içinden birbirini seçebilmiş olmak, büyük bir şans. Sessiz huzurlu anları, neşenin taşıp kahkahaya dönüştüğü anları, kırgınlığın yüzleri duvar gibi yaptığı başka anları, iyi ya da kötü diye etiketlediğimiz pek çok anı bunca zaman yaşamış olmak, yaşamaya devam etmek, büyük bir nimet.

Kalkıp yürüyoruz, ayaklarımız ıslanıyor tufan gibi yagmurdan.Fakat ayrılamıyoruz.
Bu dünya da ayaklarınız ıslakken hala ayrılmadığınız hala sohbete devam etmek istediğiniz insanlar varsa, ne olursa olsun, ne sıkıntılardan geçerseniz geçin, şanslısınız.

Çok şükür.

28 Aralık 2010 Salı

Kahvemi İçerken

Kahvemi, bir starbucks termosunda içiyorum, kırmızı üstü beyaz ağaçlar kar taneleri, bir yılbaşı temalı kupa.
Birkaç hafta önce mutfakta kapağını ararken, biraz delirmiştim bulamayınca. 4 yaşımdan beri arkadaşım dedi ki '' bulacağız biliyorum senin için önemini ''

Bu termos-kupa bana geldiğinde, uzun zamandır hastahanede refakatçi olarak kalıyordum. Annem, ağır durumda yatıyordu. Ben tek başıma, biraz bunalmış, biraz korkmuş, biraz yorulmuş koştururken, arkadaşlarım beni asla yalnız bırakmadılar.

Litrelerce kahve içerdim günde, çok severim zaten de, orada o koşullarda -hematoloji servisi,her gün birileri ölürken etrafımda ve ben annem sağ kalsın diye uğraşırken kendimce - ayakta kalabilmek için de bol bol kahve ve enerji içeçeği tüketiyordum.

Şöyle bir ayaklarımı uzatmayalı, şöyle geniş geniş saçlarımı tarayıp sokağa çıkmayalı, bir starbucksta neşeli kahve sohbeti yapmayalı epey olmuştu.

Bu yazının konusu olan dostlarımdan birisi, sık yaptığı ziyaretlerden birinde bu termos-kupa ile çıkageldi.
İçinde en sevdiğim latte ile..
En sevdiğim tema ile süslü bu nesne ile.
Kar,geyikler, çam ağacı.

Sevinçten deliye döndüğümü hatırlıyorum, kendine de bana da alıp geldiği kahve ile, soğuk hastane bahçesi, soğuk banklar, bir anda silindi gitti.
Bana bakıp daima gülmüş olan iki kocaman yeşil göz, dünyanın en güzel gözlerinden biri yani,  bana ''korkma, yaşayacağız,yanındayım,ne olursa olsun yanındayım,aklımdasın  '' demek için bakıyordu.

Çok güzel bir an.Tüm griliğin, tüm kaygının,tüm korkunun üzerine yağan ve eriten neşe.Sevgi.Birlik.

Yeşil gözlerin sahibi ile, uzun zamandır, uzun bir yolu yürüdük, yürüyoruz.
11 yaşındayken tanıştık, demek ki 19 güzel senedir ellerimiz birbirinden ayrılmadı.
Beraber pek çok maceradan, iyi ve kötü olaydan, gözyaşlarından ve kahkahalardan geçtik.
Aynı kitapları okuduk,aynı filmleri seyrettik, aynı derde ağladık, aynı sevince güldük.
Beraber pek çok şehir pek çok insan gördük, daha çoğunu da göreceğiz yaşadıkça.
İnişler ve çıkışlar illaki oldu, değişimler, dönüşümler, kırgınlıklar illaki oldu, fakat sevgi ve kurulmuş birliğin sağlamlığı ki, hepsinden çok daha baskın oldu.Sağlam durdu.

Pek çok huyum vardır, sevmez sanırım. Onun da bazı huyları var ben sevmem. Ancak sevdiğimiz o kadar çok şey var ki, hepsi okyanusta bir damla gibi kalıyor.
Elin gibi, kolun gibi, olmuş bir insan, seni yaptığın hiç bir şeyde yargılamayan, kızsa bile unutan, en zor anlarında daima çıkıp gelen,sesini duyuran ve sevinçlerinde senle beraber gülen bir insan var hayatında.
Az bir şey değil.

Çok seneler önce, demişti ki ''kardeş zoraki dost, dost ise seçilmiş kardeştir, işte sen de benim seçtiğim kardeşsin ''
bu söz dostluğumuzun ana fikridir. Aynı kanı taşımadığım fakat ailemden olan biri.

Çok müteşekkirim bu sabah yüce olana bir kez daha. Yaşam yolumda bana çok ama çok değerli armağanlar vermiş olana.
Biraz gözlerim dolu, biraz gülümsüyorum, kahvemi yudumluyorum hala.

Ayaklarım ıslak bile olsa daima birazcık daha vakit geçirebileceğim bir kaç insan var hayatımda.

İşte bana şu güzel armağanları, yaşamı boyunca varlığıyla güzel varlığıyla vermiş biri yazdırdı bana bu satırları.
Beni gülmekten altıma işeten tek insan.
-gerçekten işemiştim, birazdı evet azıcıktı ama gerçekten yapmıştım bunu -

Ve ne zaman mutlu,üzgün,sinirli,aşık,korkmuş,başarılı,başarısız olsam yanımda olacağına elimi tutacagına emin olduğum bir varlık, ne yaparsa yapsın yanında duracağımdan emin olduğum bir varlık. Her zaman yani. Yaşam yolumun her adımında.

Şanslıyım değil mi ??
Boşa söylemem ''çok şanslıyımdır '' derken.

Herkese nasip olmaz deneyimlerden geçtim, geçiyorum.
Kahveler sıcak, sular serin, günler neşeli olsun :))

26 Aralık 2010 Pazar

Lutuf

Ruhsal uyanışımın, hatırlayışımın ilk senelerinde, ah bir heves ile anlatırdım.
Eşe dosta tavsiyeler, aktarımlar,ah bir boş heves imiş.
Anladım ki, uzun zamandır, kimse kimseye öğrenmek istemediği bir şeyi öğretemez, hazır olmadığı bir hale sokamaz, hazır olmadığı bir yerlere kaldırıp taşıyamaz.
Deli derler mazallah adama. Desinler benim umrumda değil de, boşa zaman harcamış olmak uygun olmaz belki de.

Harry Potter kitaplarını çok severim, güzel,disiplinli bir çalışmanın ürünüdür bence. Akıcı bir dille yazıya dökülmüş bir hikaye. Harry, kitaplardan birinde sesler duyar kendisinden başka kimsenin duymadığı. Sesler onu bir yere götürmektedir. Bunu ilk anlattığında, tüm o tuhaflıklarıyla büyücü dünyası bile dışlar Harry'yi.
En yakın arkadaşı Ron çekincesini şöyle açıklar : '' Harry, gaipten sesler duyana asla iyi gözle bakılmaz, büyücüler dünyasında bile ''

Geçen sene Konya'da ; Şems-i Tebrizi'nin öldürüldüğü kuyunun orada (Şimdi türbe yapılmıştır üzerine)
gayet orta anadolulu görünümlü - bir sıfat bulamadım- iki kardeş, iki adam ile gönülden sohbet ettik.

Benim üzerimde etek,tayt,uzun çizmeler,parmağımda ojeler vardı.Saçlarım, bilen bilir, uzun ve sarı.
Adamlar tüm bunların arkasındakini gördüler. Giysilerin,renklerin,bedenin ötesini.
O sohbette, gönülden gelip de ''seni tanıdık, gönlü açıklardansın '' dedikleri ve benim de onları tanıdığım o sohbette çok özel bir şey vardı.
Gözlerimizi dolduran, ellerimizi sık sık kalplerimize götürmemize sebep olan, ve tüm dış görünümün üzerinde bir şey. O an ne onlar erkek-kadın-kafir-putperest ne ben.. Pur ruh enerjisi, saf gönül sohbeti.

İzlediğimiz yollar farklı, amaç BİR imiş demek.
Sohbetin özü, dediler ki bana : '' lütuf bu kardeş. Allah lütfu kime verdiyse hikmet ondadır. Çok insanlar gelir buralara, içeri giremezler, çok insanlar gelir içeri girerler lakin boşa dua ederler, özde değildirler şekildedirler, lutuf bu, lufta ermek için de kimbilir nerede ne zamanda ne halde oldun,olduk, hamdolsun ''

''Hamdolsun '' dedim. Bu kadar.

Şimdi yine bazen tavsiye isteyen eşe dosta bir şey anlatırım, ya da, çok bağıran bir yara gördüğümde
müdahale eder konuşurum fakat anlıyorum ki bir tuhaf iç burkuntusuyla; anlaması murat olunan anlıyor, anlamak istemeyene istersen bin saat konuş..

Yakınmayı seviyor insanoğlu. Tatlı geliyor kendine acımak hissi. Her şeyi atıp bir başkasının, ailenin,okulların, sistemin, Tanrı'nın omuzlarına; mızmızlanmak kolay geliyor insanoğluna.

Şimdi ben, artık, mızmızlananlarında seçimlerine duyduğum sonsuz saygıdan ötürü, sessizce dinliyorum onları.
Beslendikleri ,beslenmek istediklerini görüyor ve bir şey yapamıyorum çünkü anlamsız buluyorlar.

Desem ki ''kardeşim, kendini sevmeden, tüm bu büyük hipnozdan çıkmadan, bir mutlu,bir mutsuz, bir aşık bir yalnız, bir fakir bir zengin olmaya devam edeceksin, inişte iniş ile, çıkışta çıkış ile, aradaki ivme ile;
elde ettiklerin ile, kaybettiklerinin acısı ile beslenmeye, gücünü sağa sola dagıtmaya devam edeceksin, yapma güzel kardeşim '' desem..

Anlaması murat olunan hatırlar, diğeri yüzüne bön bön bakar.

Şeklin ötesini görmesi gereken, görür.Diğeri göremez.
Basit. Lütuf işte.

Hepsi de pekala.Hepsi yolundadır. Yolda gördüğün dilenci; işte o o deneyimi yaşamaktadır, sen başka bir şeyi. Kocaman bir oyun. Peki niye?

Hiç işte. Bilmiyorum. Resmen bilmiyorum ve bu beni çok geniş kılıyor. Bilmiyorum ya hu ötesi var mı?
Bilmemem de bana bir lutuf işte.

Herkes elindeki kepçe kadar alır bir büyük ırmaktan. Kimi de almaz bile, girer yıkanıverir ırmağa. Akıntıya..

Akıntıya :)

23 Aralık 2010 Perşembe

Bırakmak..

Saldım.Salıvermek, tutunduğumuz biz olmayan şeyleri bırakmak işte.İyi gelmeyen şeyleri ruh halimize.
Oldugumuzdan daha az sanmamıza sebep olan anılar,ilişkiler,izler,alışkanlıklar.

2 gündür farkettim ki, eski bir aşkın hatırasına ne çok tutunmuşum.
Ne çok oruç tutmuşum artık sevmeyeceğim/sevilmeyeceğim diye direnmişim.
Çok masalsı çok destansı kalsın istemişim. Belki bu bir birlikte yaratımdır. Evet çok güzeldi, yoğun duygulardı, ancak çok eskidendi. Çok eskidendi. 3-5 senede bir o alana çekilmek o anların enerjisi ile yeniden karşılaşmak, yeniden '' ama biz çok farklıydık '' hisleri düşünceleri ile beslenmek yersiz artık. Artık işlemiyor. Artık '' kimle olursan ol benim gibisi yok işte döndün dolaştın kimseyi öyle sevemedin değil mi '' enerjisi ile beslemek-beslenmek istemiyorum.Seçmiyorum bunu.

Yalnız bunu henüz yeni farkettim. Aşk ikinciye olmaz mı, olur bence. Neden olmasın ki . Yaşam binlerce kez oluyor da aşk neden ikinciye olmasın. Daha güzeli, aşkla, ilişkiyle, eskiyle hiç kafamı yoramayacagım.

Yaşam neyse o, gün önümüze ne çıkarırsa onu yaşıyoruz ve sadece bu.

Salıverdim. 2 uzun ve sancılı biraz burkuntulu günün sonunda salıverdim.
Tüm yargılarımı bu alandaki..
Tüm hatıralarımı.
Tüm sıkışmış,birikmiş,eskimiş,tozlanmış anıyı.

Derin nefes alıyorum, nedense salıverdiğim andan beri rahatım, mutluyum, ferahladım.

21 Aralık 2010 Salı

Eskiden

Çok kavga ederdik.Acayip. Odamda fotoğrafları dururdu, ne zaman kavga etsek devirirdim elimin bir fiskesiyle. Bir zaman sonra kaldırıverirdim neşeyle. Her sabah uyandığımda ilk gördüğüm onun güzel, ışıklı yüzü olsun isterdim. Bazı sabahlar hariç, yüzünü devirerek yattığım gecelerin sabahları. Yüzünü düşürmüş ''aşk''ın yüzünü bir de ben düşürürdüm ne olmuş..

Sürekli anlaşmaya çalışırdık, ikimizde anlaşabilmek için,benzeyebilmek için, yürütebilmek için çok soylu çabalar gösterirdik.Ama anlaşamazdık işte. Birbirimizi gördüğümüz an,gözlerimiz büyüyordu,gerçekten, fiziksel olarak,kocaman oluyordu,gözbebeklerinde kendimi seyredebiliyordum,kendimi hiç öyle sevmemiştim.
O'nun gözbebeklerinde barınırken suretim,güzeldim.Her şey güzeldi. Ama anlaşamıyorduk, alınıyorduk,kırılıyorduk,serde gençlik vardı,kan damarda deli akıyordu, çok asil çok çocuksu çabalarımıza ragmen olmuyordu.

İsmini duyduğumda kalbim atıyordu, fiziken böyle.Gümbür gümbür. Hala bile atar biraz. Aynı ismi taşıyan çocukları çok severim mesela. Benim ismim de ona hala bir şeyler çağrıştırırmış,yazmayacağım.

Kokular,sesler, elinin elimde bıraktığı iz. En güzel hikayem.
Rakı masalarında asla konuşmadığım anım.Eş dostla örnekleşerek sohbet ederken, dilime dökmediğim isim.
Öyle işte. Aşk'a yazdım yetmedi. Bunlar da akıyor anda.
Şu temizlik işi bugün her yanımı sardı. 21 aralığın özel ve güzel enerjisinde saldım saldım saldım.
Bu da kısmetteymiş.

Hep bana kalsın istediğim bir hikaye bu.Hep kalbimin bir köşesinde,ruhumun bir yerinde taşıdığım anılarım.
Görünmeyen bir yerinde bedenimin, gururla taşıdığım savaş yaram. Herkesten gizli bir köşede sakladığım arada bir baktığım sevinçle oynadığım çil çil altınları bir zafer ganimetinin.

An'da onurlandırdığım anılarım. Mesela beni ilk yarı yolda bıraktığında, saatlerce ağlamıştım hani.
''Keşke ölseydi de bunu yapmasaydı '' demiştim. Bir şey de yapmamış aslında geriye dönüp bakınca, neler yapıyor insanlar birbirlerine. Yılana sarılsan yılanın yapmayacagı şeyleri yapıyorlar. O gün saatlerce ağlamıştım ama bir şey de yapmamış meğer.

Biraz garanticiydi. Nefret ederdim onun garanticiliğinden, sağlamcılığından. Meğer ben ondan daha bile garantici, daha bile sağlamcı, daha bile tırsakmışım.Çok sonra anladım.

Aşırı gururluydum mesela. Git demiştim gitmemişti. Öyleyse ben giderim demiştim. Bir daha da geri gelmemiştim. Gelseydim farklı olurdu hikaye. Bu daha sonraydı ama.

Barışınca acayip mutlu olurduk. Naklen yayın yapardık.Naklen duyururduk falan. Çok mutluyuz, sarsılmaz derdik. Şımarıklık işte. Ele ne oysa. Ele güne ne.

Eli günü zaten fazla umursardık, o çok umursuyor diye kızardım,ben ondan fazla umursardım.
Benim adımlarım daha korkaktı.

En uzun gecenin şafağı söktü.Dışarda hava aydınlandı artık. Ne çok enerji döndü durdu bedende,şehirde bu gece. Sabahın hayrı olsun. Sabahlar hayırlı olsun. Ne çok döngü tamamlandı,çemberler kapandı.

Gün aydınlandı.

Aşk

Aşk hakkında yazabilecek kadar çok şey bildiğimden emin değilim.
''Mecazi aşk '' hakkında en azından. ''İlahi aşk '' hakkında her gün o kadar çok insan boş ve kof ve sık konuşuyor/yazıyor/çiziyor ki bende bir ''eeh yeter bee '' hissi uyandırıyor.

Aşk hakkında bildiğim; bir delilik hali sanırım.Birden her şeyin rengi değişiyor, ışık yeryüzüne daha çok daha farklı sanki havai fişekler gibi patlayarak neşeyle iniyor, ah o hep bahsedilen karındaki kelebekler,kedi yavruları..midede tatlı bir heyecan yerleşiyor. Mesela saatlerce trafikte kalmak sıkmıyor seni aşık olduğun insanla berabersen. Ya da hiç yapmadığın lezzette yemekler falan yapabiliyorsun ona hazırlıyorsan. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile yürürken,kocaman bir gülümseme ile arkadaşınla sohbet ederken bir dalgınlık çökebiliyor üzerine. Küllükte yanan sigaran dururken ikinciyi yakabiliyorsun. Saatlerce yılbaşı ağacının süslerine bakabiliyorsun sırıtarak.Muhtemelen sen de o an, o ağaçtan az ışıldıyor değilsin.
Böyle değişik bir parlaklık,bir enerji çöküyor her şeyin üzerine. Hiç sevmeden gittiğin yerlere koşa koşa gider oluyorsun. Okula mesela, mesela eskiden sıkıcı bulduğun dost meclislerine, mesela ofise.
Göz göze gelinen anlarda bir şey oluyor bir deprem,bir sarsıntı,bir sevinç, bir iki insanın bir oluşu işte.
İlgi alanın, algı çerçeven falan değişiyor. Geçici bir delilik hali belki de.

Ve ne yazıkki geçiyor.

Her aşk ilişkiye dönüşmediği gibi, her ilişkide de ''aşk '' yaşanmıyor zaten.
Beğeni,hoşlanma, mantığına uygun bulma, şehvet, ve bir sürü başka his yönelim aşkla karıştırılıyor gibi.
Çoğu zaman ve çok insan tarafından.

Geçmişe dönüp baktığında bazı geride kalmış insan için '' sevmiştim onu ben '' dersin mesela. ''Aşıktım '' demezsin. ''Boşluktan olmuş '' dersin , ''aşıktım '' demezsin, '' çok eğleniyorduk '' dersin ''aşıktım '' demezsin.

''Aşıktım '' dediğin biri varsa geçmişinde, dürüst de söylüyorsan bunu, herhalde aşık olmuşsundur ona.

Herhalde diyorum çünkü tam emin değilim, uzun zamandır ''aşık '' olmadım. Eskiden aşık olduğum biriyle, yeniden çok zaman önceleri de kurmayı başaramadığımız birliği, anlaşabilmeyi,birarada olabilmeyi  denesek mi diye düşündüğümüz bir kaç zaman evvel o ışıltı bir kaç günlüğüne çöktü üzerime yeniden.
O zamanki ve o yaştaki şiddeti ile değilse de çöktü. Hani şarkılar dolandı dilime, konuşmalar bol kahkahalı oldu, ve artık iyice kavradığım gibi bir şey olmuyorsa olmuyor, ''kısmette yoksa dayak bile yiyemiyorsun ''
belki de her iki taraf da, bir zamanın kocaman duygularını ilişkinin günlük rutininde küçültmek istemiyor,
yağmurun altında heyecanla yürümüşsün bir vakit, o adımları alışveriş merkezlerinin elektrikli ortamında atmak istemiyorsun; '' faturam, iş programım, eve aldığım ekmek, alacağım gömlek '' içerikli günlük konuşmaları sık sık yaptığında bir insanla o yürek çarpıntısı kalmayıveriyor, oysa sen/ o birbirinizin seslerini her duydugunuzda bir '' ah '' ile karışık sevinci,heyecanı,saçmalamayı ve kalp atışını yaşamayı seviyor olabilirsiniz sadece.

Biri söylemişti ''ya ömür boyu değildir, ya da aşk değildir '' diye.
Aşk biraz hain bir duygu.
Seneler sonra gelen tek bir kelimeye, tek bir karşılaşmaya karmaşık hislere aç sanki.
Kanlı çatışmalara, hala kanamalara, yürekte kimselere göstermeden ayrılacak bir köşeye, o köşede yanacak mumlara  hasret sanki.

Huzur vaadetmemiş aşk, huzurlu şeyleri de sevmiyor sanki, huzurla yaşamaya başlıyorsun, her sabah sesini duyarak başlıyorsun güne, elini daha bir güvenle, kendi elin gibi tutuyorsun, sarılmak bir alışkanlık oluyor,
küçük mutluluklar sarıyor etrafını - hani karşıdan karşıya geçerken kendini arabalardan tarafta konumlandırması, sen içiyorsun diye hiç sevmediği bitki çaylarını alması, soğanı doğrarken gözün yaşarmasın diye yardım etmesi, ayağın üşümesin diye kalın çoraplar alması süslü püslü, dondurma seviyorsun diye dondurmacılara abone olması, çayını karıştırması falan-
Battaniye yumuşaklığında bir huzur, kendin kadar güvenmek, küçük mutluluklar, alışkanlık devreye girdiğinde
sabahın erken saatleri gümbür gümbür kalp çarpıntısıyla, yüzde kocaman bir gülümseme ile elele yürürken yaşadığın o his; hani dünyanın en berbat en boktan yolunda bile yürüyor olsan mutlu olduğun o kareler sinsice sıvışıp gidiyor bir yerlere.
Sabahın ilk ışıklarının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Akşamın karanlığının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Telefon çaldığında başka odalardan taklalar atarak telefona koşma hali.
Uzaklarda bir ülkeye göç ediveriyorlar sanki, gözündeki o parıltıyı alıp çantalarına. Kalpteki o muazzam gümbürtüyü katıp yanlarına.

Bu yüzden belki de bazı aşkların kaderini aşıklar belirliyor, birbirlerini görünce gözlerinden yaş akmasını, hala çok seneler sonra bile; o pofuduk huzurun yerine tercih ediyorlar.

Çünkü onun da söylediği gibi '' çok başkaydı, çok özeldi, her zaman ayrı bir yerde, her zaman aklımda ''
Çünkü benim de söylediğim gibi '' en az anlattığım hikayem, en özel hikayem, hep bir iç burkuntusu fakat hep bir sevinç de aynı zamanda ''

Dediğim gibi aşk bu idi sanırım. Daha başka, daha farklı, daha yetişkince hisler vardır elbet.Varlar yani.
Akşamüstü makyaj yaparsın mesela gelecek de seni alacak diye. Salata yersiniz aynı tabaktan balzamik sirkeli. Elele sinemaya gidersiniz, sahilde yürürsünüz, seviyor diye fransız manikuru yaptırırsın, beraber o dönemin trend mekanı neresiyse oraya gider birşeyler içersiniz cuma akşamları, günlük raporlar verirsin telefonda, ufak mesajlar atarsın falan. Güzel hisler, hoş heyecanlar, tatlı zamanlar elbet.

Ama aşk gibi değil.Aşk aidiyet hissinden beslenmiyor, aşk modaya uymaktan hazetmiyor, aşk açık denizleri seviyor,fırtınaları, her an karaya oturabilirsin tehlikesini, güvenli limanlarda demir atıp mangal yapmak;iki kadeh parlatmak da pek tatlı,pek latif, pek güzel lakin aşk buna çok gelmiyor.

Çok bilmediğimi söylemiştim. Aşk işte. Ne kadar insan varsa aşık olan, ne kadar çift varsa birbirine aşık olan
o kadar ayrı çeşidi vardır, herkesin kafasında ayrı bir dünya.

Aşk olsun sana dünya :)

18 Aralık 2010 Cumartesi

Yılın en karanlık en sihirli ayı

Aralık ayını oldum olası severim. Günler o kadar kısalmıştır ki, 21 aralıkta en kısa günü yaşayacağımızı bilmek, ondan sonra yavaş yavaş da olsa hep uzayacağını bilmek günlerin, beni mutlu etmeye yeter.
Kar var sonra; aralıklarda artık kar yagmaya başlar, okullar tatil olur, o tuhaf beyaz örtü yeryüzünün tüm çirkinliklerini örtmeye muktedirdir sanki..Bir de yeni yılın getirdiği umutlar var.Her yeni yıl yeni umutları beraberinde getiriyor ya, aralığın ilk günü bile bilirsin; bu ay son. Bu sene de bitti gitti.

Aralık denilince aklıma, nedense hep tarçın kokusu, kar, noel tatili - noel de tatil görmüşlüğüm var elbette-
renkli ışıklar, kırmızı-yeşil-dore renkler, rengarenk süsler, hediyeler, bir kabuk değiştirme, bir yenilenme umudu geliyor..

Geçen gün düşündüm, yılın en karanlık ayında insanlar ne çok ışık bayramı icad etmişler.
Hanuka var musevilerin, her gün mum yakıyorlar. Noel var çok bilinen, hristıyanların ama tabii çok eski geleneklerin devamı aslında,  paganlar yılın bu en karanlık zamanında; sonbaharın bitimiyle yapraklarını dökmeyen tek ağaçları, yaşamın devamının sembolu olarak görmüşler, işte iğne yapraklı ağaçları renklendirmek için elmacıklar, mumlar, kurabiyeler,çörekler, çerezler asmışlar, bu şekilde hayatın devamını,bereketi,bolluğu, ışığı çağırmışlar. Şu an hristiyan adetleriyle bütünleşmiş olsa da;
aslında vatikan almanlar agaç süslüyor diye epey gerilmiş vakti zamanında. Yeniden pagan adetlere dönülür mü diye. Geçen senelerde bizim ortaasya türklerinin de ağaç süslediği ile alakalı bir şeyler okumuştum ama,
şimdi çok hatırımda değil.Zaten at üstünde giden,kımız içen atalarımızın şamanik ritüellerinden epey taşımışız günümüze.

Hala devam ettiriyoruz aynı gelenekleri.

Aralık ayında her yanı ışıklanırıyoruz ki şu karanlık günlere anlam,mana gelsin işte.

Bir iç hesaplaşma, yaşananın olanın bitenin envanterini tutma da illaki gerçekleşiyor.

Ben bu sene ne yaptım,ne öğrendim, ne kadar dönüştüm neleri dönüştürdüm, neleri salıverdim diye düşünüyorum,başkaları başka hesapları kontrol ediyorlar, eh hepsi de pekala işte.

Pek çok eskimiş ilişkiyi salıverdim, düşünce kalıplarım, kendimle kavgamın çoğu bitti gitti,
oyunu oyun oldugunun farkındalığı ile oynamaya başladım, zor oldu temiz oldu işte.

Daha gidecek çok yol var, yollar bitmez, oyunun ana kuralı bu.

Şimdi içimdeki pagan ağac süsleyecek, çam agacı şeklinde kurabiye pişirip renkli glazurlerle,royal icingle falan renklendirecek, işte alışveriş merkezlerinin ışıklarıyla neşelenecek, defterlere yazılar yazacak, evde tarçın kokusu bol bol olacak; seneye taze dönüşümler ve neşe ile veda edecek.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Four Seasons- Spring

Her şey içimizde bir şeylerin tezahürü..Değil mi ?..Bazen biraz zor oluyor kabullenmek, özellikle şaşırtıcı, tuhaf bir şey olduğunda.
Mesela bir kaç gün önce, ortaya çıktı ki, inanılmaz bir şekilde, çok güvendiğim bir arkadaşım, bir şekilde güvenimi fena suistimal etmiş.
Nasıl olduğunun kanlı ayrıntılarına girmek istemiyorum, fakat bizim yaş grubumuz için oldukça ''çocukça'' kalan bir şekilde, hem de kendi çıkarı için bile değil. Bir başkasının onayını almak, takdirini görmek için.

Öyle bir şekilde ortaya çıktı ki, bir kez daha anladım, yalancının mumu yatsıya kadar; herkes kendi kazdığı kuyuya düşüyor. Bu durum neyi görmemi sağladı?
Bir; eskisi gibi deli sinirli değilim.Kendimi kontrol edebiliyorum. İki; ama hala üzülebiliyorum.

Bir yanım hala, kendini battaniyelerin yumuşacık sıcaklığının altına gömmeyi, orada tortop olmayı, kendine sarılıp diğer her şeyi dışarda bırakarak öylece hiç bir şey düşünmeden iyileşmeyi seviyor.
Bir yanım '' olan her şey aslında kendi içinde dönüp duruyor, bir şeyleri ters yapmasan ters tezahür görmezdin '' derken, telefonda sesini duyduğum çocukluk arkadaşımın '' bu da mı senin suçun yani Işıl, hayat bu oluyor böyle şeyler, işi gücü olmayan insanlar, senin benim gibilerle uğraşıyor '' diyen yorumuna inanıvermek istiyor.

Hem de aylık periyodum, asla şaşmayan, 10 gün gecikmişken.Şişkinlik ve hormonların verdiği iç sıkıntısı tavan yapmışken.Bunları düşünüyorum.
Rüyalarımda sürekli bir temizlik hali var, klasiktir, ne zaman bir şeyleri salsam, rüyamda havuzlar, denizler, hamamlar görürüm.
Günlerdir, her gece, duvarlar siliniyor, yerlerden çamurlar kazınıyor, masmavi sularda yıkanıyorum, hamamlar, saunalar.
Bir kez niyetlendin mi eski, işlevini yerine getiremeyen, seni yeniden uzak tutan, her şeyi temizlemeye, bu temizlik her yandan çalışıyor.
Biyolojik beden, bedenin döngüleri, yeme içme alışkanlıklarımız, işte her şey.

Kolayı, kolayı, kolayı seçiyorum.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Hastalık

Boğaz karıncalanır, konuşmaya üşenirsin, kollarında bacaklarında bir takatsizlik olur, baş hafifce döner,ağrır,
bedenden başka hiç bir şeyi umursamazsın.Sadece daha iyi olmanın özlemi gelir.
Hastalanınca işler fena.
Boğazım her yandığında, bedenimi her güçlükle hareket ettirdiğimde, kendime sorarım '' burada neyi görmem gerekiyor ? ''  Bazen bir çatışma çıkar altından, bazen bir kaçış, tatil işte.Bazen bademciklerim olsaydı böyle olmazdı diye mızmızlanırım, bazen ''her şeye anlam yüklemek zorunda değilizz, bir fincan kahve sadece bir fincan kahve de olabilir '' diye isyan ederim, bazen de bilirim ki, bin çeşit toksin depoladığım bedenim, çeşitli salınımları bu yolla yapmaktadır.
2 gün önce, sonunda, nihayet, 20 yaş dişlerimden birini çektirdim. Çok tatlı bir kız diş hekimim, ezginin günlüğü çalarken fonda diş temizliyor mesela.Fiyatı da çok ucuz. Belki aşırı idealist falandır sorgulamadım niye çok ucuz diye hiç. Ben çok ucuz bir diş hekimi dilemiştim ta yazın, bindiğim taksici sohbet sırasında hanımının dişlerini yaptırdığını kızın çok iyi, uygun da fiyata çalıştığını anlattı. Rotamı değiştirdim, beni baya karışık sokaklar arasındaki muayenehaneye götürdü. O gün sadece -piyasanın 3 de bir fiyatına- dişlerimi temizlemişti.Ama sonrasında 20 yaş dişlerimin muhakkak alınması gerektiğini söylemişti.
Ataleti yenip 2 gün önce kendisine gittiğimde, birini alacağını diğerleri için çene filmi gerektiğini falan söyledi.
Ezginin Günlüğü de yoktu fonda bu sefer, epey uğraştı, ''bugün sıcak hiç bişey içme, antibiyotik de yazıyorum muhakkak kullan, aspirin alma '' dedi ve yolladı beni.
2 saat sonra, morfinin etkisi geçmeye başladığında, kurtulduğum için sevindiğim dişim, korkunç bir zonklama ile yokluğunu hissettirmeye başladı. Ağrı kesicilere rağmen gece tüm çenem ağrıdan kasılıyordu.
Ertesi gün, daha beter durumda uyandım. Tüm günü sadece diş ağrımla, pek konuşamayarak, bir de boğaz da yanma eşliğinde geçirdim.
Bu sabaha karşı, korkunç bir titreme ile uyandığımda, anladım ki enfeksiyon var bedende, ateş çıktı, mücadele ediyoruz. :)
Ateş düşürücü almadım, bedenin mücadelesine karışmadım, ama yorgunlukla kabuslu bir uykunun derinine yeniden daldım.
Sabah uyandığımda düşündüm. ''Görmem gereken ne var ''
Zihin önce dedi ki '' o kadar ucuz doktora gidersen, enfekte olursun işte, belki de bir şeyleri yanlış yaptı ''
''Sağol bu düşünceni almayayım, her şey benle ilgili'' dedim ona.
Sonra bir ses dedi ki,  ''son bir aydır, yine büyük değişimler geçiriyorsun, salıverdiğin eskinin haddi hesabı yok, birden herkesi her şeyi affediverdin, yıllardır erişemediğin kavrayış, aniden geldi, bedende saklı tuttuğun tüm bu şeyler, bir gedik buldular ve dışarı çıkıyorlar, bir kaç gün bekleyiver ''

Bir kaç gün önce bir arkadaşım '' yanağımı sinek soktu, enfeksiyon kaptım '' demişti.
Ben de ona, '' sinek enfeksiyona sebep olmaz, çatışma enfekte eder seni '' demiştim bilmiş bilmiş.
Şimdi, kendi çatışmamı gözlüyorum.
Her hastalık şifaya açılan bir kapı. Her kriz, çözüme ulaşan bir yapı.

Böyleyken böyle işte.
Yazdım, sanki daha iyi hissediyorum.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Değiştirmek

Değişim, direnç gösterdiğimiz oranda sancılı bir süreç.
Ama değişiklikte ferahlık var, enerji durağanlıktan kurtuluyor. Her şey her gün aynı gittiğinde, çoraplar hep aynı çekmecede, havlular aynı rafta durdukça; her gün aynı insanlarla aynı yerlerde aynı şeyleri yaptıkça insan, atalete yakalanmamak elde değil.
Atalet ki, bir türlü ayağınız varıp da gidemediğiniz dişçi randevusu, bir türlü onarılamayan ev eşyaları, bir türlü halledilemeyen onlarca birikmiş işe sebep oluyor.

Bir çocukluk arkadaşımla inandığımız bir şey var : '' İşler ters ya da durağan mı gidiyor; değiştireceksin. Değiştirebildiğin her şeyi değiştireceksin, ufak şeyleri sen değiştir, büyükleri evren değiştirir zaten ''

Bu değiştirebildiğimiz her şey, mail hesaplarımızın şifresi, cep telefonu melodimiz, ekran koruyucular, çoraplarla iç çamaşırı çekmecesinin yeri, saç kesimleri, her gün uğradığımız cafe, raftaki kitapların yeri vs..
Tecrübeyle sabittir ki, iş görür daima.

Seneler önce, reiki 1. aşama öğrencisi olduğum günler; her sabah aynı ofise çalışmaya gittiğim zamanlar.
İnanılmaz büyük bir bunaltının içine düşmüşüm, çok zorlayıcı bir ilişkinin içerisindeyim, sıkıntıdayım kısaca.
''Hep aynı şeyler her gün aynı '' diye ağlıyorum akşamları, yüzüme bakıyor eş dost anlamsızca...
Bir gün sevgili hocam Deniz'i aradım ve ağladım sanırım, ya da işte isyanımı ifade ettim.
''Rutini değiştir '' dedi bana güzel Deniz; '' en basiti işe gittiğin yolu değiştir, ufak tefek şeyleri değiştir ''

Sözünü dinledim ve sabah kalktığım saati değiştirdim ertesi gün;  hiç beyaz gömlek giymezdim, beyaz gömlek giydim o gün içime; tabii ki asla kırmızı ruj sürmezdim sabah sabah; o gün iştahla kıpkırmızı bir ruju özenerek sürüşüm dün gibi aklımda. Saçlarımı asla toplamaz, örmezdim, Ensemde topladım.
Her sabah  spor ayakkabılarımı giyer, işyerine vardığımda arabada topuklu ayakkabılarımla değişir, ofise öyle girerdim.
O sabah hayatımda ilk -ve son kez- topuklu ayakkabı ile araba kullandım. Ve evet, farklı bir yoldan gittim.
Şimdi hatırlamıyorum ama; bu ufak tefek değişiklikler hem de tam ilk günden itibaren, büyük bir şeyleri değiştirmişti. En önemlisi ruh halim değişivermişti.

Bugün ilk gençlik yıllarımdaki gibi zart diye kuaför koltuğuna oturup saçımı ''mavi siyah, koyu kestane '' gibi iddialı renklere boyatacak, saçımın 20 cmini birden kestirecek, ya da bir kez üniversitede yaptığım gibi, yarısını Gülüm'ün önünde oturup kızıla boyatacak cesaretten yoksunum.

Gerekmiyor da zaten, ufak değişiklikler de ruha ilaç, bedene şifadır.

''Çok bilmek dünya derdi'' , demiş Demir Demirkan.
Biterken, fonda o çalıyordu.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bir ilmekle başlıyor her şey ..

Hani temizlik yapmaya bir başlayınca, aslında ne kadar çok atılacak şey olduğunu, ne kadar fazla iş görmez birikmişinizin olduğunu farkedersiniz ya; ruhsal temizlikte de durum aynı.
Bir taşı kaldırınca bir sürü solucan göreceksin. Başka çaren yok. Görmeden temizleyemiyorsun.
Bu bloğu tamamen bu enerjiyle bu niyetle oluşturdum. En ufak bir edebi kaygım yok, bunun dışında, en ufak bir öğretici olma kaygım da yok, zaten cümleleri bile konuşur gibi kurguluyorum. Tek niyetim '' temizlik '' di.
Çok birikmişim, atılacaklarım olduğunu biliyordum. Yaklaşık 5-6 senedir aktif olarak tortu tortu atmama rağmen. Öyle bir nokta geldi ki, inebildiğim en derine en dibe inme vaktim geldi.
Sonrasında bu alan yaratıldı zaten. Ne yazarsam, ne ile ilgili yazarsam, kimle alakalı yazarsam her alana bu serbest bırakmanın, affetmenin, şifanın enerjisi aksın istedim. Akıyor da..

Dün geceyi, saatler boyunca senelerdir konuşmadığım bir dostumla konuşarak geçirdim.
Senelerce çok yakın dostluk yaptıktan, bir tür ''love-hate friendship '' yaşadıktan, pek çok kahkahalı zaman, pek çok kavgalı gürültülü zaman yaşadıktan, şu hayatta yaşadığım en kötü günlerde birleşen ellerimizden, güç veren destekleyen bir korunak olduktan sonra birbirimize,  yollarımız karşılıklı büyük bir hatadan dolayı ayrıldı.

- aslında hata yok yanlış yok suç yok hepsi birer deneyim elbet-

Dün gece, aniden, ondan gelen bir talep üzerine konuşmaya başladık.
Bir kuyunun başında buluştuk sanki, sonra inebildiğimiz en derine en dibe indik.
Dipte korkunç bir çamur ve curuf vardı elbet, temizledik.
Bilmediğimiz, görmediğimiz şeyleri birbirimize gösterdik.
Birbirimize derin itiraflarda bulunduk ve biliyorum ki serbest bıraktık birbirimizi.
Hala tutsak kaldığımız yerlerden azad ettik nihayet birbirimizi.
Ve birbirimizi onurlandırdık,teşekkür ettik.

Gözlerimden yaşlar, istemsizce, doğal halinde, yüzümü buruşturmadan, ağzımdan ''ah'' çıkarmadan aktı durdu.
Temizlendi bir alan daha, bir alan daha ferah ve boş artık.

Dedim ya, bir kere başladınız mı temizliğe, dip bucak her yere girişiyorsunuz.
Mutfagı sildim banyo kalsın demediğiniz gibi.

Frene basmayı bırakınca hayat akıyor,akıyor, akıyor.
Ve ben sadece, izleyebiliyorum, evren çok büyük, hayat çok derin, insan çok muazzam bir varlık.

İnsanın insanla kurduğu iletişim, ilişki muhteşem.
Herkesle ve her şeyle aramızdaki bağlantı çok büyük, çok güçlü, çok ağ gibi dokunmuş, dantel gibi örülmüş..
Oya gibi işlenmiş.

Boşluk iyidir. Boşluğa doğru bir temizlik içerisindeyim.
Ve niyetim sonrası bana yardım eden tüm bağlantıda olduklarıma-her şeye-herkese inanılmaz müteşekkirim.
Müteşekkirim.
Eğiliyorum bütün olanın önünde, eğiliyorum, teslimiyetteyim.

2 Kasım 2010 Salı

Ve sadece O' na :)

'' Ruhumuzun en yakın dostlarından biri bizi bu dünyada en çok zorlayan insan olmuyor mu, oyunun bu dilemması beni zorlamıyor mu '' demiştim geçenlerde.

Bir insanı inanılmaz yakın hissedersiniz, hayatınızdan asla tamamen kaybolmaz, iletişiminiz kopsa-azalsa bile bir şekilde hayat yeniden buluşturur bazen.Asla muhteşem bir akışkanlıkla değil belki, belki çok fazla kırgınlık ve yanlış anlamalarla, bulup bulup yitirmelerle devam eder iletişim.

En büyük sevgi ve hayat derslerini size bir şekilde öğretmeye söz vermiş bir yol arkadaşından başkası değildir kendisi.

Hayat boyu en yakın olduğunuz, her akşam beraber içtiğiniz, aynı yastığa baş koyduğunuz biri olmaz genelde bu '' nedensiz '' bağ hissettiğiniz kadim dostunuz.

Kadim bir dosttur işte, sizin gelişiminize çok büyük bir katkısı, olmuştur olacaktır.

En büyük dirençler bu alandadır, en fazla ''anlam verilemez '' tesadüf bu alandadır, zaman zaman çok büyük kırgınlık ve kızgınlıklar bu alandadır.En büyük ''çözülme '' ve ''şifa '' potansiyeli bu alandadır.

Mutluluklarına, sevinçlerine her zaman sevineceğiniz biri.
Acılarına, kederlerine her zaman üzüleceğiniz biri.

Her zaman aslında bir nefes kadar size yakın olduğunu bildiğiniz, ancak bir telefon kadar uzaktayken pek de sık aramadığınız biri.

İlk gerçek aşkınız, ilk gerçek dostunuz,sırdaşınız, ilk müdürünüz, anaokulunda saçını çektiğiniz kız, lisede sütyeninizin kopçasını çekip bırakan kankanız , ilk sigaranızı gizli gizli beraber içtiğiniz arkadaşınız ;herhangi biri olabilir.

Kadim dostunuz, bazı kalıpları ilk öğrendiğiniz, defalarca çözmek için geçmişe dönüp nefes aldığınız biri.

Bu dünyaya gelmeden önce ve geldikten sonra ve dahi dünya bittikten sonra hala , hep çok yakın olacağınız biri /birileri..

Herkes için her neredelerse, ne yapıyorlarsa huzurlu,mutlu,neşede ve afiyette OL'sunlar..

Ne yapıyorlarsa güzel yapıyorlar, ne iseler sadece ''O '' oluyorlar ve oldukları gibi çok güzeller.

Muhteşem eşlikleri, öğretileri, hep can'dan bir parça oldukları için teşekkür ederim, yolları ışıklı, suları serin, nefesleri bol olsun.Yollarına gül dolsun, güller dikensiz olsun .

Bu yazı da, okuyan herkese şifa OL'sun :))))

Ex'den Next Olur mu ?

İnsanlık tarihinin değilse de, karşı cins ilişkiler tarihinin en eski sorularından biridir herhalde.
Ex sevgiliyle bir kaç sene sonra yeniden barışmak, bayat bir yemeği ısıtıp yemeye mi benzer,
aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız derken düşünür bu tarz durumları mı kastetmiştir, yoksa ''hiç bir zaman aynı şey aynı şekilde gerçekleşmez '' mi demektedir; yoksa mümkün olabilir mi, bir zamanlar kurulamamış ya da kurtarılamamış bir birliği yeniden inşa etmek?

Aslında tam bilmiyorum, bir kaç hafta önce olsa kesinlikle ''asla mümkün değildir, hiiiiç kimse kalkışmasın, eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı '' diye yanıtlardım kendimi.

Şimdi, son günlerde, gökyüzünde mi bir şeyler oluyor, kozmik bir şaka mı var bilmiyorum, ama ben dahil pek çok tanıdığımın ''ex''leri kaldırıldıkları tozlu çekmecelerden, gömüldükleri kum havuzlarından, katlanıp dürüldükleri zihin odalarından birer birer fırlayıp karşımıza çıktılar, gül cemallerini, tanıdık seslerini gösterip duyurup birer '' ceee--aaa '' yaptılar..

Retro iyidir, modası geçmez mi diyelim, ex den next olmaz diyerek yolumuza devam edelim, önümüzdeki maçlara mı bakalım bilemedik.

İki insan arasında tam çözülmemiş, çözümlenmemiş, serbest bırakılmamış bağlar,  anlayışsızlıkla bitmiş bir iletişim varsa, görülemeyen bir problem varsa, o yara tekrar tekrar başka suretler aracılığıyla kanar.

Yüzler, sesler, isimler, roller değişir, yara aynı şekilde tezahür eder.

Hiç açıklama yapmadan sizi terkeden bir sevgiliniz varsa, çözmezseniz bu durumun altında yatan düşüncenizi,

hiç açıklama yapmadan sizi işten kovan bir patronla, hiç açıklama yapmadan size ''artık seni hayatımda istemiyorum '' diyen bir dostla, hiç açıklama yapmadan ''evimden çık '' diyen evsahibiyle karşılaşır durursunuz.

Kendini kurban olarak hisseden, ''aciz, yalnız, terkedilmiş, azize, ıssız adam '' gibi vechelerin etkisinde kalan bir benliğiniz varsa; durumun aslında kendinizle alakalı olduğunu anlamanız için çook uzun zamanlar geçmesi gerekebilir.

Aynaya bakmak, her ne yaşıyorsak onu kendimizin yarattığını kabullenmek, zor olabiliyor.

Fakat bir kez bunu kabullenirsek, sorunlar çözülmeye, sisler dağılmaya, hayat akmaya, enerji dönüşmeye başlıyor.

İki insan  beraberken yarım kalan sorunlarını, birbirlerine akıtamadıklarını, başka başka yerlerde değil de, yeniden birbirleriyle çözmeye karar verebilirler. Ayrıldıktan 20 yıl sonra bile olsa olabilir.

Ya da iki insan, birbirlerine çektirdikleri ızdırap dolu bağımlılık ilişkisinin cenderesini özlemiş yeniden o acı ile beslenmeye karar vermiş de olabilirler.Ayrıldıktan 20 yıl sonra bile olsa olabilir.


Değiştik, dönüştük, hiç bir şey aynı kalmaz, her şey her an değişir,
şimdi ex'le yeniden neden karşılaştığımızı düşünür ve kendimize dürüst olursak;
düzgün bir karar verebiliriz belki.
Seçim bize ait, bir araya gelsek de gelmesek de pekaladır, tüm evrende tüm yaratımda ,tüm oluşta her şey mükemmeldir, kusursuzdur.


Hayatta her şey mümkün netekim. :)

Kötü Hissederken..

Eskiden ne zaman kötü hissetsem, önce daha da kötü hissetmeyi sağlayacak ne varsa yapar, sonra da '' terapi '' dediğimiz kız arkadaşlarla, bir yöntemi uygulardım.
''Terapi '' ; bir sürü çikolata,cips,kola,bira, bir kaç cosmopolitan, o hafta çıkmış tüm mizah dergileri, bir-iki geyik film alıp eve gitmekti.Önce tüm o abur-cuburu tüketerek dergileri okur,fotolara bakardık, sonra geyik filmi izlerdik, kesmediği zaman da alkol alırdık.

Cosmo ayda 1 çıkıyordu, ancak ben/biz ayda pek çok kez ''kötü hissediyorduk '' dolayısıyla terapi genelde
alkol almak, şarkı söylemek, abuk sabuk şarkılar dinlemek, ipe sapa gelmez muhabbetler yapmak şeklinde vuku buluyordu.

İşte, herkes kötü hissettiğinde uyuşturucu bir şeyler ile oyalanır hayatının bir döneminde. Bu kimisi için, çikolata yiyerek film izlemek olur, kimisi için gece klubune gidip piyasa yapmak, kimisi için kumar oynamak, kimisi için yürüyüş yapmak, seks yapmak, alışveriş yapmak, fotomaç okumak, sinemaya gitmek vs vs  değişir işte..

Bazen öyle kötü,öyle üzücü bir şey oluverir ki - aslında iyi ya da kötü bizim etiketlerimiz-
dünyanın bütün çikolatalırını yesen, tüm viskilerini içsen geçmez onun sancısı.
Kalbe dolanıp sımsıkı sıkan dikenli teller olur hani.
Hani ölsen bile geçmeyecekmiş gelen bir değersizlik hissi, bir kaybetmişlik hissi, bir kaybolmuşluk hissi.

Bana göre, aslında böyle kriz anları iyidir, çünkü kriz oluştuysa, çözülür artık.
Kriz olmadan, hayatın altından altından sessizce akan bir iç nehir gibiyse ıstırap daha fena.
Çaresizlikle, acıyla, tüm aklını oynatmaya ramak kalmışken bir insan;
orada ya çözüm bulur ya kalbini kapatır sonraki hayatına bir yarı-ölü olarak devam eder.

Çözüm şu ki;
Ruh her şeyi bilir, siz bir şey bilmezsiniz.
Size ''kötü'' gelen şey, ruhun planına göre ''muhteşem '' olabilir.
Ve olan herşey hayrınıza olmaktadır.
Her an yeniden, sıfırdan başlangıç yapmak mümkündür.

Her an, yaratımımıza sahip çıkarak, kurban olmadığımızı bilerek, yepyeni bir şeyleri seçmek mümkündür.

Ve kötü hissetmeye birebir gelen bir ilaç; çok ucuza, simya dersi :

Nefes al.

Derin derin, ta aşağılara kadar, sanki boğuluyormuşsun da, son an da kurtulmuşsun gibi nefes al.
Nefesini gözle, hisset. Nefes al.

Bir öğreti, nefes kursu bilmiyor olabilirsin. Ben de bilmiyorum zaten. Ruhun hepsini biliyor, bedeninin DNA sında kayıtlı zaten nefes alma bilgisi, hem sahi, nefes almadan yaşamıyorsun ki..

En temel bilgin nefes almak. O sebeple, kötü hissettiğinde, tüm dünya yıkılmış, tüm insanlık aya fezaya çıkmış seni tek başına evrenlerin ortasında karanlıkta bırakmış gibi hissettiğinde;

nefes al.

Bu kadar basit olması inandırıcı da değil, kulağa afili de gelmiyor biliyorum.
Simyanın daha zor derin bir şey olması lazım gibi değil mi ?
Ama işin aslı bu.
Nefes almaktan daha basit bir çözüm ben bilmiyorum.

Nefes, bizi daha yukarıya, ilahiyata bağlayan sihirli bir güç işte, yaşam kaynağımız.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar irtibatımız sağlam tüm isimleriyle ulu Yaradan'la, kosmosla, ruhumuzla.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar canlıyız, diriyiz, hayattayız.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar ''almayı kabul ediyoruz ''.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar dönüştürüyoruz içimizdeki katmanları.


Bol ve derin nefesler dilerim,
hem kendime, hem sevdiklerime..

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bir hikaye daha bitti bitiyor...

Öncelikle, inandığım,bildiğim bir şey varsa ; o da şu hayatımızda ne yaşıyorsak, onu bizler yarattık.
Sevinçleri,üzüntüleri, ayrılıkları,birliktelikleri, orada ne varsa, alanda ne tezahür ediyorsa, bizler, bir boyutta, seçtik. Tabii her zaman böyle düşünmüyordum.Kendimi bir şeylerin kurbanı gibi hissetmek hoşuma gidiyordu.

Tüm yaratılarımı sahiplenmeyi- en azından yaratanın kendim olduğu gerçeğini teslim etmeyi- tabii ki pek çok sancılı,uzun dönüşümler sonrası öğrendim.Her neyse, bu başka bir alanın konusu sanırım.

Ayrılıklar hakkında yazmak istedim ilk.Nasıl olsa her şey ''ayrılık'' ile başlamıştı.

Aslında ''ayrı olan '' bir şey yok, ama ''ayrılık illuzyonu var '' buna da neyse :)

Bir şehirden, bir arkadaştan, aileden, bir sevgiliden, bir iş yerinden, bir okuldan ayrılmak, hep değişim ve yenilik vaad etse de; genelde sancılı bir süreci beraberinde getirir.

İlk hatırladığım ayrılık acısı, İlkokulda, okul değiştirmem sanırım. Baya üzülmüştüm ,2 ay kadar :)
Yeni okuluma alışıp mutlu olunca unuttum. Sonra ilkokuldan mezun olunca da üzüldüm çok.
 Yeni bir okula gidiyordum, hazırlık sınıfı, bol bol renkli tebeşir, kukla oyuncaklar, rengarenk giyinen Alman öğretmenler,  rengarenk resimli kitaplar, hiç gitmediğim anaokuluna geri dönmüşüm hissi hatırlıyorum bolca.
Hayatım boyunca hiç unutmayacağım muhteşem anıları yaşayacağım yerde olduğumu bilseydim de o günlerde o kadar sıkılırmıydım bilmiyorum. 7 senelik bir yolculuğa çıkmıştık ve çok ufaktık diğer sınıflar bizi kantinde, koridorlarda eziyorlardı. Civciv gibiydik. Lise son sınıflarla aynı ortamda komik görünüyorduk herhalde. Sonradan alışıp büyüyünce hiç de komik gelmedi, hayatın kendisiydi işte, futbol sahasında oynayan küçük sınıfları ''hadi len '' diye kovalayıp istop oynamak, ''çocuğu kantine göndermek ''  vs..
11 yaşımla 18 yaşımı geçirdiğim bu yerle ilgili yazarım ben daha pek çok şey, ancak bugün sadece hala içimi-zi burkan ayrılık zamanını yazsam daha iyi.

5 lise son sınıfı vardı sanırım, iki fen-matematik, bir türkçe-matematik ,bir sosyal, bir yabancı dil.
Biz TM sınıfı olarak geçen sene karşılaştığımız matematik hocamızın sözleriyle '' çok başka, çok birbirine tutkun '' duk. Dolayısıyla okuldan ayrılma acısını da en çok biz abarttık, abartmalara doyamadık.
Son 3 hafta aralıksız ağlamıştık biz sınıfça. Elimizde videolar var, gerçekten biri ölmüş gibi ağlıyoruz. Kızlı erkekli.. Ağlamayan bir adam yok koca sınıfta, hocalara ders yaptırmıyoruz, ''ama ayrılacağız lütfen '' sürekli elele tutuşup şarkı söylüyoruz, birbirimize sarılıyoruz, kıpkırmızı burunlarımız ve gözlerimiz var. Arada biri goygoya başlıyor her zamanki gibi ''laylaylaylaayyyy '' diye okulu alt üst ederken en neşeli anda birbirimizle göz göze geliyoruz ve başlıyor dökülmeye yaşlar kollar birbirine uzanıyor.
Bizden ayrılırken pek çok öğretmenimiz de çok ağladı, hala da bizleri unutmamaları bu yüzden sanırım.
İlk çok büyük ayrılığım bu olmuştu,  ''ben şimdi sabahları ne yapacağım '' diye ağlayan çocukluğumun güzel yüzüne bakıp cevap verememiştim, ama her birimiz sabahları yapacak bir şeyler bulduk elbet.

Üniversite'den, yaşadığım şehirden ayrılırken hiç üzülmemiştim de, ev arkadaşımdan ayrılırken biraz ağlamıştım.

İstifa ettiğim gün ağlamak ne kelime - fonda eye of the tiger çalıyordu sanki- inanılmaz güçlü, inanılmaz neşeli, inanılmaz ümitliydim.Yepyeni bir hayatın beni beklediğini biliyordum, öyle de oldu zaten, beklediğim şekilde değilse de.

Bir de insanlardan ayrılmak var ki.. Her seferi biraz zor oluyor.Her seferinde '' ben şimdi sabahları ne yapacağım ya '' diye isyan eden çocukluk arkadaşım gibi kalakalıyorum, her seferinde aldığım ya da alınmış karara uymaya çalışırken zor bir dönem geçiriyorum,  her seferinde yeni bir şey,bir his, bir durum bir kavrayış, bir yara bazen bir şifa bazen alıp da çıkıyorum bu dönemden.

''Ayrılık aslında bir illuzyon, hiç bir şeyden ve hiç kimseden ayrılamayız '' noktasına tüm bu ayrılıklar, ve sonrasında yaşananlar taşıyor insanı.
Şimdi, oyunu, oyunun farkında olarak ve gülümseyerek oynuyorum.
Öyle işte.. :)

Başlıyorum :)

Blog açma fikri hep korkutucu gelmişti bana. Şu an yaptığım şeye hala hayret ediyor olsam da, yapmaktan geri durmuyorum.Eteğimdeki taşları dökeceğim, twittera sığdıramadıklarımı,facebooka yazamadıklarımı, konuşarak ifade edemediklerimi, falanı ve filanı anlatacağım.
Bu akşam, çekmeceleri dolapları bir karıştırdım, yazdığım yüzlerce sayfa önüme döküldü.
Ne çok yazmışım senelerce, ne çok sorgulamışım hatta yazmayı..
''Belki de, sırf sonradan yazarken içe batan bir burkulma ve haz veren tüm bu süprüntüyü sadece yazabilecek bir şeyler biriktirmek için yaşıyorumdur '' gibi bir cümle gördüm.
Belki de öyleydi..
Günlük - üç beş günde birlik- tutmaya 12 yaşımda falan başlamıştım, 21 yaşıma kadar devam ettim. 23 yaşında bir gün hepsini okudum, ve yırttım, yok ettim.Güzel bir kutlamaydı.. Tüm o geçmişten kurtulmak,yeniye yer açmak istiyordum, fakat oldukça komik bir dille saçmalamamı özleyebileceğim hiç aklıma gelmemişti.
Arada özlüyorum da ! :)
İşte, başladım, hoşgeldim,hoşbuldum, nasıl olsa kendi kendimeyim şimdi.