11 Şubat 2011 Cuma

Ayna

İnsanın insanla kurduğu ilişki muhteşem.
Ruhsal yolda binlerce disiplin var ya hani; kimisi ''sadece kendine dön, dışarıyla iletişimi kes '' der ;
benim doğrum, dışarıyı gözlemek, diğer insanlarla kurdugun ilişkiyi iletişimi seyreylemek, çünkü hem ''dışarısı '' diye bir şey yok ki, hem de, bana çok fena ayna tutuyor.

Bazı insanlarla, doğmadan çok önce birbirimize verilmiş sözlerimiz olduguna inanıyorum. Çünkü olmazları olduruyoruz o ilişkilerde, binlerce tesadüf sonucu birbirimizin hayatına giriyoruz, en ''olmaz '' denilen yerde,şekilde tanışmış oluyoruz, her şeyin bir yeri zamanı var, zaman zaman o senin düğmelerine basıyor, zaman zaman sen onun.. Görmek gereken ne ise, hatırlamak gereken ne ise birbirinize hatırlatıp muhteşem ayna tutuyorsunuz.

Az önce telefonu kapadım, su gibi birbuçuk saat konuşmuşuz dostumla.
Bir kaç şimşek çaktırdı kafamda. Hem de dank diye de değil, zerafetle, güzellikle, güzel varlığının güçlü enerjisiyle.

'' Lisedeyken farkettim '' dedi, '' O kız güzel, bu daha güzel, onun o huyu, bunun bu huyu, çok ince eleyip sık dokuyunca, her şeyi çok düşününce, hayat kaçıyor insanın elinden ''

Kuvvetli bir '' zbammmkkk '' sesi beynimde, bir ışık patlaması. :)
Kızkardeşlerden birinin bana daima söylediği gibi '' suya girmeden önce, suyun ısısının kaç derece oldugunu, tuzluluk derecesini, derinliğini, berraklığını, içinde barındırdığı canlıları, güzellikleri ve çirkinlikleri hesaplayan ve suya girmeden peşin hüküm veren '' bir yanım var.

Hep diyor ki G. bana, '' Işıl bir kere de hesaplamadan gir şu suya, nasıl gecenin karanlığında hiç bilmediğin denizde yüzmekten korkmuyorsan, gülerek bilmediğin uçurumlardan aşağı yürüyorsan, ilişkilerde de garanticiliği bırak, deneyim alanına - gerçekten bu tamlamayı kullanıyor - gir, bir kere de yaşayarak gör, hayat fırsat maliyeti hesaplamalarıyla yürümüyor işte her zaman ''

Ben hiç dinlemem, o suya hep balıklama daldığı için kendi deneyimini savunuyor diye düşünürüm, oysa bugün Fırat tüm zerafetiyle, tek bir cümlesiyle düğmeme fena bastı. Hiç anlamak istemediğim, işime gelmeyen bir gerçeğe çat diye aydım.

Evet '' garantici '' yim, son hızla giden bir otomobilde korkmam, gece yarısı ilk defa gördüğüm denize girip neşeyle yüzebilirim, suya kendimi daima bırakabilirim, sırtüstü evde yatagımda gibi rahat yatan insanlardan biriyim ben, ama söz konusu ikili ilişkiler olunca, yüzlerce can simidi, emniyet kemeri, canım yanmasın diye alınmış onlarca tedbir ve derin bir fizibilite etüdü, kar maksimizasyonu ve fırsat maliyeti hesaplamaları yaparken hayat kaçıyor işte.

Çok enteresan bir çocukla bir dönem beraber çalıştım, çocuk çok zengindi, iş öğrensin diye gelmiş kurumsal bir şirkette çalışmaya başlamış, ''amerikalı '' dediğimiz , amerika da endüstri mühendisliği okumuş genç ve içten bir arkadaş.
Çok kısa süre bir şeyler paylaştık, ama çok düğmelerime basan biriydi.

'' Işıl, hadi gidip toplantı odasında meditasyon yapalım '' derdi bana, beraber gider kapıyı kapatır benim yönlendirmemle meditasyon yapardık müdürümüz yokken.
Hiç iş kovalamazdı, bizim o deli telaşımıza çok gülerdi.

Bir gün yine müdür yok, toplantı odasında çay içiyoruz , 4 kişiyiz, bir yandan da koltuklarımızın esnek olan arkasını ne kadar geriye bırakabiliyoruz, ne kadar koltuğun tekerlekli ayakları yukarı kalkıyor diye oyun oynuyoruz.
Ben çok bırakamıyorum kendimi, en başarısız benim,  bu çocuk kızdı bana, '' neden bırakamıyorsun kendini '' dedi, ''bilmiyorum'' dedim.
''Bak burda yabancı yok '' dedi, '' yaslan arkaya ''  denedim yapamadım.
Ayağa kalktı, yanıma geldi,  ''ben çekeceğim seni, bırak kendini '' dedi.
Direncimi farketmişti,  koltuğumun arkasını geriye doğru yasladı, bir yerden sonra ben ''yapmaa '' dedim,
bıraktı ama gözümün içine bakıp '' sen her yerde böyle misin ? '' diye sordu.
'' bilmiyorum '' dedim.
'' hayır dedi, soruyorum sana, her şeyi yaparken böyle misin ? '' dedi ,
odada bizden başka kimseden çıt çıkmıyordu , çekinik, '' e-eevet '' dedim, ''ama çok kötü bu Işıl, bunu çözmen lazım, kendini bırakamıyorsan, mutsuz olursun '' dedi.
''Amerikalıııı  uğraşma kızla artık '' diye araya girdi bir abimiz,  iş yerinin göbeğinde küçük bir oyundan çok kapalı bir alana dair bir yere bakmıştık, ben olsam o kadar üstelemeye cesaret edemezdim, arkadaşım, cesaretle düğmeme fena basmıştı, ben ağlamaklı olmuştum, neyse dedik, çıktık sigara içtik, neredeyse ağlayacaktım '' neden salamıyorum kendimi '' diye..

Yazıya başlarken hiç aklımda yoktu bu anı. Birden geldi dökülüverdi parmaklarımdan, vardır sebebi.

Az önce Fırat düğmeme bastığında, ben, koltuğunu  3 sene öncekinden daha çok geriye yatırabilen bir insan olarak bulunuyordum telefonun ucunda, gülümseyerek karşıladım bu farkındalığı..

Biraz sonra, ''şüphesizlik, sınırsızlık, kendine engel koymama '' hakkında konuşurken, Fırat'ın muhteşem bilişi, kendinden, yüce yaradandan, evrenden  eminliği, o şüphesizliği,  bir şimşek daha çaktırdı kafamda.
Gözlerim doldu sevinçle, bir kaç haftadır dağıttığım enerjim birden tek bir noktada, merkezimde, kendimde toparlanıverdi, iki insanın dostluğu işte, doğru zamanda doğru düğmelere basabilen bir kalbin atması sizden çok da uzakta olmayan bir yerde...

İnsanın insanla kurduğu ilişki, iletişim muhteşem. Daha önce mi verdik bu sözleri '' söz, ihtiyacın olduğunda yanında olacağım, bazen uzun uzun konuşacağım anlamayacaksın, ama bir an gelecek tek bir kelimemle bile aydınlanacaksın, biz yol arkadaşıyız '' mı dedik birbirimize, kimisi inanmaz, ama bana göre öyle.

Çok şükran doluyum anda, hayata,yüce olana, kendime,her şeye..
Benim yol'um, yalnız, inzivada yürümeyi seçtiğim bir yol değildi.
Ne kadar insan varsa o kadar yol var şu dünyada.
Ben, insanlara ayna olmayı ve insanlarda kendimi seyremeyi seçmiştim, çok da güzel ilerliyor..

Çok tuhaf bir eminlik duyduğum insanlar var hayatımda, hani yürek, eninde sonunda hep kendini affeder ya, eninde sonunda '' bir bildiğim vardı, doğru yapmışım '' dersin ya; başka insanlar için de böyle düşünmek çok güzel.

''Çok kötü '' diye etiketlenmiş şeylerden birini yapsa bile, muhakkak '' bir bildiği vardır, o yaptıysa doğrusunu yapmıştır '' eminliğinde olacağım, hiç yargılamayacağım, her türlü seçiminde destek ve arkasında olduğum bir kaç kişi var.

Çok şükür,hamdolsun.

Dostluklarda koltuğumu buu kadar arkaya yatırabiliyorsam, sırtımı birine verebiliyorsam güvenle, neden olmasın, başka alanlarda neden olmasın.. Muhteşem dostluklar kurmuş olmamı anda onurlandırıyorum, teşekkürü hem kendime, hem güzel varlıklarıyla yol arkadaşlarıma ediyorum, hem de bütün olana, hayata, yüce yaradana, önünde eğiliyorum aşkla birliğin. Ve bu duygunun dalga dalga hayatımın her alanına akmasını seçiyorum bu anda.

Şükran doluyum, kafamda bir netleşme, kalbimde bir huzur var, tüm bedenime dalga dalga akan güzel bir enerji var an'da.

Çok şükür...

10 Şubat 2011 Perşembe

'' Hep müsait '' :))

Bir kez daha söyleyerek başlıyorum, eğer bunu okuyan biri varsa benden başka;
bu alan benim sadece ve sadece ''arınma '' için oluşturduğum bir alan, edebi kaygım yok; içimden geldiği, parmağımdan aktığı kadar, hangi konuya arınmanın güzel temizlik ışığı, şifanın huzurlu nefesi aksın istiyorsam onu yazıyorum. Enteresan gelebilir, ama çalışıyor da ! :)

Sabah en yakın arkadaşlarımdan birinin telefonu ile uyandığımda; uzundur farkında olduğum bir şeyi daha net gördüm. Kızkardeşim kadar yakın arkadaşlarımdan birinin can sesi telefonda aceleyle bana anlatıyordu '' Işıl'ım G. ile konuştum; bugün buz patenine gidelim diyor, tamam dedim, yalnız ben akşam C. ile buluşacağım için biraz daha erken saate çekelim dedim, o da kabul etti, yani 3 gibi çıkarız '' uyku sersemi algılamaya çalıştım, ama üzülerek '' ben bugün gelemem '' dedim. ''Neden ?! '' diye vurgulu sordu telefondaki kardeş ses ; '' annemle doktora gideceğiz  çünkü '' dedim,  bahanem geçerli oldugu için, ''tamam başka zaman yaparız '' dedi , bu olay bizim günlük rutinimizde küçük bir an elbette ama daha büyük boyutta bir şeyi daha berrak farketmemi sağladı.

Formal bir ''iş '' te çalışmadığım için; insanların benimle ilgili '' hep müsait '' gibi yanlış bir algısı var,  bu çemberimde bana en yakın noktalardan biri olan kızkardeşlerim için geçerli değil elbette, beraber bir yolculuktayız, beni iyi tanırlar fakat onlarla yaşadığım bir an, genelin yaklaşımını algılamamı sağladı.

Telefonu kapadım, duş aldıktan sonra ilacımı içtim ve ilk kahvemi yapıp biraz açıldıktan sonra ; mutfağı toparladım, makinayı boşalttım, beyazları çamaşır makinasına attım, ortalığı elektrik süpürgesiyle süpürdüm, toz aldım, gündelik ufak temizlik seansı sürmüş işte 1 saat, kahvaltı hazırladım, çay demledim ve annemi uyandırıp onla kahvaltı yaptım.
Doktora gittik, bir doktora rutin muayene seansından sonra, enjeksiyon odasında vitamin iğnesini oldu annem.
Dönüşte benzin aldım, arabayı yıkattım, eczaneye uğradım, markete ugradık, eve geldik ve bir kahve içiyorum.
Sırada spor var. Birazdan çıkarım muhtemelen. 2 saatten aşağı dönmem, çook uzun süre ara verdiğim bedensel egzersizlere yeniden geri dönmek bana tarifsiz bir mutluluk, ve zihinsel berraklık veriyor.
Eve geri dönüp, gündelik sıradan koşturmacaya geri karıştıktan sonra, çocukluğumdan beri her akşam yaptığım gibi, 1-2 saat muhakkak kitap okurum, enerji çalışmaları meditasyonlar yapan da biriyim herkes biliyor, bunların bir kuralı, mutlak saati olmasa bile,  her gün mutlaka vakit ayırırım.
Bazı sabahlar kahvaltıyı ve öğle sonrasını arkadaşlarımla laklak yaparak geçirdiğim de doğru, haftada 1-2 akşam dışarı çıktığım da. Ama bunlar benim bireysel molalarım, vakit ayırmak zorundayım.

Çok uzundur farkındayım ki, bir insan '' her sabah evden çıkıp sabah trafiğine karışmıyor ve bir ofise gitmiyor '' ise, bomboş sanılıyor.  Bir ailenin gündelik işlerinin ne kadar fazla zaman aldığını farketmeden yaşamışım senelerce. Bir de iş bölümü olayı var. ''Çalışan anne '' çocugu olarak, bir çok ev işini bilerek büyüdüm,
üniversiteye gittiğimde çamaşır makinasını çalıştırmayı bilmeyen, tek başına yemek yiyemeyen insanlarla tanışıp çok şaşırmıştım, anneniz çalışıyorsa, bunları erken yaşlarda öğreniyorsunuz.

Eh anneliğin verdiği bir süper güç var sanırım ki, anneler hem işe gidip hem dönüp hem her işi halletmeyi beceriyorlardı da galiba.
Gerçi annem akşamüstleri evde olurdu. Ben kendim çalışırken, iyi günümdeysem akşam 7-8 gibi ofisten çıkmayı başarırdım.1,5- 2 saat de trafikte adım adım araç kullandıktan sonra, bir arkadaşımla bir yemek yiyecek, bir şeyler içecek vakit ancak ya kalıyor ya kalmıyordu, eve girer girmez biraz okuyup uyuyordum.
Sabah 6,30 da tekrar günaydın hayat diyordum, duş,saç,makyaj, merhaba sabah trafiği, nasılsınız birikmiş mailler, nerde benim satış raporlarım,hani gümrükte bekleyen makinalarım, nerede müşterilerimin telefonları, hep beraber öğlenleri 20 dakika içerisinde yiyip bitirdiğimiz yemekler ve sigaramız.

O dönem farketmiştim ki, eski çağların kürek mahkumlarından hiç bir farkımız yok. Birazcık daha güzel besleniyoruz,lapa yemiyoruz mesela öğle yemeklerinde, ayakkabılarımız kusursuz dikişleriyle mahkumiyetimizi temsil etmeli, - temsil gideri de olmadan hem de !!- saçlarımız daima bakımlı olmalı, yüzümüz renkli, bir de parlak yaka kartlarımız ve bir kurumun kanatları altında olmanın her kapıyı kolayca açan güveniyle , '' ben wolfram &hart dan Işıl '' cümlesinin sihriyle başka kurumlardan gördüğümüz saygıyla katlanıyoruz mahkumiyetlere..

Her gün saçımız fönlüyken ve her gün bir esarete koşarak dört elle sarılırken herkes soruyor '' müsait misin ? ''
Fakat diyelim ki sırf canın istemediği için - herkes biliyor benim sebebim bu değildi ama -
sırf canın bu düzende olmak istemediği için çalışmıyorsun mesela; ve o zaman birden '' her dakika müsait '' bir insana dönüşüveriyorsun.
Telefonun sessizde kalıverse, '' neden sessizde ?! '' oluyor, öyle ya neden, toplantın mı vardı ki ?
Kuaförde olsan , '' niye ki ?! '' oluyor, öyle ya, saçlarını gösterecek birileri mi var ki ?
Davet edildiğin bir yere gitmesen, kişisel oluveriyor, herkes hep son dakika aranacak, işten dönerken uğranacak, akşam muhakkak müsait, hep kahve içilebilecek, hep bekleyen biri olduğunuzu sanmaya başlıyor.

Oysa gerçek öyle değil işte.
Gerçek şu ki; hayat devam ediyor.
Belki benim şanssızlığım çok agresif bir sektorde çalışmış olmak, her çalışan arkadaşım çalıştıkları dönemleri öyle yoğun yaşamıyor, inanabiliyor musunuz, akşam 5 te işten çıkanlar bile var ! :)

Bir arkadaşına ayırdığın akşam kahvesi, onun '' formal bir işi olduğu için '' çat diye ötelenebilirken, senin o buluşma için neleri daha önceye neleri daha sonraya atarak hangi ayarlamaları yaparak vakit açtığın önemsenmeden ertelenebiliyor.

Esnekliklerim yok mu, elbette illaki var. İnkar etmek yersiz, her sabah 7 de hayatın kavgasının göbeğine atılan eşden dosttan daha rahatım illa, fakat hayatım sabahtan akşama kadar aptal kutusundan evlilik programı izleyerek geçmiyor, sürekli her telefona hazır ve nazır koşabilen bir genişlikte değilim,  evde ''koca '' beklemiyorum, hayat planımda '' birinin üstüne yıkılmak '' yok,  sadece bir süre daha kendimle ve ailemle ilgilenmek durumundayım, yeniden ne yapacağıma tam bir karar verene dek,  sporumu yapmaya devam etmek, power plate ile çalışmak, yürüyerek kafamı boşaltmak, okumak,yazmak, dolaşmak, meditasyonumu ve bedenimde devinen enerjileri görmek,yaşamak durumundayım.

Geçirdiğim çok zor, uzun ve gerilimli maratonun bedenimde bıraktığı ağır izleri temizlemek ve dönüştürmek durumundayım.

İşte dediğim gibi dağınık, karmaşık, ucu sonu belli olmayan cümlelerle dolu oldu ama yazdım kafam rahatladı :))

5 Şubat 2011 Cumartesi

'' Kendi Kaybeder ''

Vakitlerden bir vakit ; ismi bilindik bir şirketle sürekli iş görüşmesi yapıyorum, artık sıkılmışım sürecin uzamasından, o müdür bu müdür, falanca sınav, filanca kişilik testi koşturuyorlar beni, 1,5 ay olmuş, artık isyanlardayım, şirketin çeşitli binalarında koşturuyorum, her seferinde fön çektiriyor ve rabıtalı bir makyaj yapıyorum, her seferinde az biraz gerginlik hasıl oluyor bünyede, ''olmayacaksa koşturmayayım artık '' diye düşünmeye başlamışım.. En sonunda kendimi genel müdürün karşısında buldum kendimi, fuar alanında hem de, '' gider misin fuara, bekler misin yarını ? '' diye sormuşlardı, ''giderim '' demiştim, o bile bir test imiş sonradan öğrendim. Yine sonradan öğrendiğime göre, adama demişler ki '' 3 kişiye düşürdük, ama Işıl bizim en kuvvetli adayımız, seçim sizin ''
Ben artık '' ya herro ya merro '' modundayım, 2 aya yaklaşan bir süreçte haftada bir kere - diyelim ki şirketin ismi Wolfram&Hart olsun -  Wolfram & Hart'ın bir o binası bir bu binası arasında koşturmaktan baymışım,
''akacak kan damarda durmaz, inceldiği yerden kopsun '' hislerinin verdiği güçle topuklu ayakkabılarımın üzerinde seke seke varıyorum fuara.

Genel müdür çok klas bir adam, hani belli boşuna genel müdür olmamış, acayip bir beden dili var, acayip bakışları var, gözlerimin içine öyle bir bakıyor ki, beynimin kıvrımlarını ,beynimin içinde dönen pek çok deliliği gördüğünü düşünüyorum, ama artık yapacak bir şey yok, gevşetmişim bedenimi, nefes almışım, ''öyle ya da böyle bitsin bu iş '' tavrındayım.
Uzuuun uzunnn sohbetler, sorular cevaplar derken, kilit bir noktaya geldi muhabbet : dedi ki bana ;
''diyelim ki seni işe aldım hangi özelliklerinden dolayı işi aldığını düşünürsün ? '' tabii bir sürü cevap saydım, şu bu, vs..
'' Çok güzel '' dedi, '' ama ya almazsam seni işe, o zaman ne düşünürsün ? '' ben boş bakınca örnekledi :
'' sigara içtiğim için mi dersin, yoksa üniversiteyi geç bitirdiğim için mi, ya da ne işte ''

O an değişik bir andı. Bir kaç saniye içerisinde, çok değişik bir andı, kontrol sanki benden çıktı hatta, karşılıklı oturuyorduk aramızda masa yoktu mesela, ben biraz öne doğru ilgiliydim o ana dek,
birden doğruldum arkama yaslandım, '' hiç bişey düşünmem '' dedim. ''Nasıl ? '' diye sordu, ''yani '' dedim,
''kişisel almam bunu, bendeki zekayı ve yeterliliği göremediğinizi düşünürüm, Wolfram &Hart kaybeder ! ''

Tabii ki gülümseyerek, çok cici söyledim bunları ancak omuzlarım dik, bedenim koltuguma yaslanmış ve adama ''kendin kaybedersin '' demiştim,
o çok profosyenel adamın mimikleri 1 saattir karşımda ilk defa poker yüzünü gevşetti, ağzı birazcık şaşkınlıkla açıldı, gözlerindeki o '' kızıl ötesi görürüm ben '' ışıltısı, değişik bir pırıltıya dönüştü,
aniden bana elini uzattı '' yarın başla, işe alındın '' dedi.
Tokalaştık fakat şaşkındım, blöfümü yemişti, koskoca adam, benim 15 snyelik beden dilim ve '' eeeh yeter ulan tohumunuza para mı saydım '' hissimle resesif hale gelmişti, adam diğer adayları görmeyi bile beklemeden, benle tokalaşmıştı, şimdi de, oturmuş bana işle ilgili önerileri veriyordu.

Dışarı çıkıp diğer müdürlere '' Işıl ailemize katıldı hoşgeldin diyelim '' dediği an, 3 müdürün şaşkınlığını görmek lazımdı. Yine sonradan öğrendiğime göre, genel müdür çok prensipli adammış, tüm adayları görmeden, son karara asla varmazmış, nasıl oldu da oldu diye şaşırıyorlardı, '' kısmetten ötesi yok '' dediler hatta.

Şimdi, aradan geçen zamandan sonra, daha büyük bir netlikle bakıyorum olaya. Bir de omzumu silkmiştim '' siz kaybedersiniz '' derken. Gerçekten o an artık o arzuyu bırakmışım mesela, gerçekten o an artık umrumda değilmiş çok, gerçekten kendimle barışık oldugum bir anmış. '' Bana iş mi yok baba, taşı sıksam suyunu çıkarırım '' edasını vermişim genel müdüre, ki, herkes bilir, kimse vazgeçilmez değildir şirketlerde,
o genel müdür kendi yok olsa o gün, o şirket yine bir şey kaybetmez, ertesi gün işler yürümeye devam eder.

Yine bu olayı müteakiben en yakın arkadaşlarımdan biri, İstanbul'a şirket içi bir eğitim için birkaç aylığına geldi, hemen her gün beraberdik. Kendisi, rahatlıkla  ''hiç yakışıklı değil '' diye  betimlenebilecek bir adamdır.
Bununla beraber hayatımda gördüğüm en güzel kızlarla çıkmıştır hep, ki, bu kızlar ona hep delice aşık oldular.
Seneler sonra bir gece klubunde beni görüp, sırf onun arkadaşıyım diye boynuma sarılıp ağlayan kızlar bunlar.

Her gün eskisi gibi takılıyoruz, bana bu aşktaki yılmaz başarısının sırrını verdi : '' kendi kaybeder aga , buna inancaksın ''
Öyle bir hale gelmiştik ki o dönem; garsona çay için seslensek ve bizi duymasa '' kendi kaybeder '' diyerek gülüşüyorduk artık.

''Kendi kaybeder '' biraz sığ bir tabir aslında; işin açılımı,  kendini bilmek, kendi güzelliklerine uyanabilmiş olmak, özsaygı,özsevgi ve kendinle gurur duyuyor olabilmek. Kendi yeterliliğini başta kendine deklare etmek.

Ki insanlar bunun için deliler gibi çırpınıyorlar, kendilerini ''yeterli '' görebilmek için ; falanca telefonu kullanmaları, filanca marka giysileri giyiyor olmaları, şu veya bu seminere katılmış olmaları gerekiyor. İşte insandan insana değişiyor ; solaryumlarının tam olmasından tut, yüksek lisans derecesinin puanı, kaç kadınla seks yaptıkları , kaç erkekten evlenme teklifi aldıkları,  kaç lira kazandıkları, kaç ülke gördükleri, kaç mekan gezdikleri bir gecede, kaç bastığını arabalarının, kaç kaç kaç sürekli bir çetele tutarak, biriktirerek, o özsaygıyı haketmeye kendi yeterliliklerini kendilerine teyit etmeye çalışıyorlar.

Fakat böyle asla bitmez. Çıta sürekli yükselir, kendilerine koydukları hedefler büyür de büyür.
Apple bir üst modelini çıkarır o telefonun, yeni bir spor salonu moda oluverir.
Nişanlanırsın bitmez, düğününün nerede olduğu başlar, evlenirsin bitmez, yüzüğünün karatı merak edilir.
Çocuk ne zaman, hangi anaokuluna gidiyor,hangi okulu kazandı,
yaşam biter, özsaygı ve yeterlilik hissi için sığınılan dışsal korunaklar bitmez.

Demem o ki, herkes oldugu gibi zaten güzel. Özsevgi ve özsaygı için bir nedene ihtiyaç yok. Hemen şurada, şuracıkta duyuvermeli insan kendine o sevgiyi. Aslan gibi adamlarsınız, koç gibi kızlarsınız, seviverin kendinizi.

Önemli olan, bir başkası olsaydın sever miydin kendini. Bir işveren olsaydın işe alır mıydın kendini. Bir sevgili olsan aşık olur muydun kendine. Evet evet evettt :)))

Giden,yanınızda kalmayan, sizi işe almayan, sizle beraber olmayan, her ne ise, her kimse,  '' kendi kaybeder '' :))