29 Aralık 2010 Çarşamba

Islak Çoraplar

Karanlık bir aralık akşamı, kadim dostlarımla, manidardır, İstanbul'un eski kiliselerinden birinde buluşuyoruz.
Noel gecesi ayini başlayacak. Bilen bilir, noel zaten kadim insanların kış gündönümü kutlamalarının devamı.
Ben uygun olsun diye simli çoraplar giymişim, maksat o ışıltı zaten, o ışığı davet ritüeli,eğlence işte.
Mumların başında buluyorum onları, kadim dostlarım, bu yaşamdaki yol arkadaşlarım, çocukluğum, gençliğim, güzelliklerim,güvendiklerim..

Ellerinde mumlarla dilek diliyorlar, olsun ve de öyledir diyorum içimden. Dilekleri ne ise olsun.
Ben de kendi mumlarımı yakıyorum. Diliyorum,olsun.

Sıraya oturuyoruz, yanyana sessizce ayini izliyoruz. Herkes kendi dünyasını yaşıyor, kendi düşüncelerini, o anın enerjisini. Gözlerimi yummuşum, o ortamla alakasız vizyonlar görüyorum, huzurluyum.

Diyor ki patrik;  şimdi  bayramı kutlamak için, elele tutuşalım.Elele tutuşuyoruz, birliğin güzel huzuru.
Sonra komunyon başlıyor, komunyona sadece hristiyanlar katılıyor biz de kalkıyoruz güzel bir yemek zamanı.

Yemekten sonra, adımlarımız bizi Galata'ya götürüyor. Güzel bir sokakta, güzel bir binaya bakarak, yagmur üstümüzdeki tenteye şirin sesler vurarak neşelendirirken bizleri, çay içiyoruz. Ah ne huzur.Ne mutluluk.

Sohbet deviniyor, huzur omuzlarımdan sıcak bir şal gibi dökülüyor. Karşımdaki dostlarıma bakıyorum,
ne çok alışkınım onlara, ne çok zaman geçirdik beraber, ne çok seviyorum onları.

Saatler huzur ve saadetle kayıp gidiyor, anları dolu dolu sindire sindire yaşamak, kıymet, sokağın karanlık aydınlığı, yagmurun neşesi, her şey çok güzel.

Kalabalığın içinden birbirini seçebilmiş olmak, büyük bir şans. Sessiz huzurlu anları, neşenin taşıp kahkahaya dönüştüğü anları, kırgınlığın yüzleri duvar gibi yaptığı başka anları, iyi ya da kötü diye etiketlediğimiz pek çok anı bunca zaman yaşamış olmak, yaşamaya devam etmek, büyük bir nimet.

Kalkıp yürüyoruz, ayaklarımız ıslanıyor tufan gibi yagmurdan.Fakat ayrılamıyoruz.
Bu dünya da ayaklarınız ıslakken hala ayrılmadığınız hala sohbete devam etmek istediğiniz insanlar varsa, ne olursa olsun, ne sıkıntılardan geçerseniz geçin, şanslısınız.

Çok şükür.

28 Aralık 2010 Salı

Kahvemi İçerken

Kahvemi, bir starbucks termosunda içiyorum, kırmızı üstü beyaz ağaçlar kar taneleri, bir yılbaşı temalı kupa.
Birkaç hafta önce mutfakta kapağını ararken, biraz delirmiştim bulamayınca. 4 yaşımdan beri arkadaşım dedi ki '' bulacağız biliyorum senin için önemini ''

Bu termos-kupa bana geldiğinde, uzun zamandır hastahanede refakatçi olarak kalıyordum. Annem, ağır durumda yatıyordu. Ben tek başıma, biraz bunalmış, biraz korkmuş, biraz yorulmuş koştururken, arkadaşlarım beni asla yalnız bırakmadılar.

Litrelerce kahve içerdim günde, çok severim zaten de, orada o koşullarda -hematoloji servisi,her gün birileri ölürken etrafımda ve ben annem sağ kalsın diye uğraşırken kendimce - ayakta kalabilmek için de bol bol kahve ve enerji içeçeği tüketiyordum.

Şöyle bir ayaklarımı uzatmayalı, şöyle geniş geniş saçlarımı tarayıp sokağa çıkmayalı, bir starbucksta neşeli kahve sohbeti yapmayalı epey olmuştu.

Bu yazının konusu olan dostlarımdan birisi, sık yaptığı ziyaretlerden birinde bu termos-kupa ile çıkageldi.
İçinde en sevdiğim latte ile..
En sevdiğim tema ile süslü bu nesne ile.
Kar,geyikler, çam ağacı.

Sevinçten deliye döndüğümü hatırlıyorum, kendine de bana da alıp geldiği kahve ile, soğuk hastane bahçesi, soğuk banklar, bir anda silindi gitti.
Bana bakıp daima gülmüş olan iki kocaman yeşil göz, dünyanın en güzel gözlerinden biri yani,  bana ''korkma, yaşayacağız,yanındayım,ne olursa olsun yanındayım,aklımdasın  '' demek için bakıyordu.

Çok güzel bir an.Tüm griliğin, tüm kaygının,tüm korkunun üzerine yağan ve eriten neşe.Sevgi.Birlik.

Yeşil gözlerin sahibi ile, uzun zamandır, uzun bir yolu yürüdük, yürüyoruz.
11 yaşındayken tanıştık, demek ki 19 güzel senedir ellerimiz birbirinden ayrılmadı.
Beraber pek çok maceradan, iyi ve kötü olaydan, gözyaşlarından ve kahkahalardan geçtik.
Aynı kitapları okuduk,aynı filmleri seyrettik, aynı derde ağladık, aynı sevince güldük.
Beraber pek çok şehir pek çok insan gördük, daha çoğunu da göreceğiz yaşadıkça.
İnişler ve çıkışlar illaki oldu, değişimler, dönüşümler, kırgınlıklar illaki oldu, fakat sevgi ve kurulmuş birliğin sağlamlığı ki, hepsinden çok daha baskın oldu.Sağlam durdu.

Pek çok huyum vardır, sevmez sanırım. Onun da bazı huyları var ben sevmem. Ancak sevdiğimiz o kadar çok şey var ki, hepsi okyanusta bir damla gibi kalıyor.
Elin gibi, kolun gibi, olmuş bir insan, seni yaptığın hiç bir şeyde yargılamayan, kızsa bile unutan, en zor anlarında daima çıkıp gelen,sesini duyuran ve sevinçlerinde senle beraber gülen bir insan var hayatında.
Az bir şey değil.

Çok seneler önce, demişti ki ''kardeş zoraki dost, dost ise seçilmiş kardeştir, işte sen de benim seçtiğim kardeşsin ''
bu söz dostluğumuzun ana fikridir. Aynı kanı taşımadığım fakat ailemden olan biri.

Çok müteşekkirim bu sabah yüce olana bir kez daha. Yaşam yolumda bana çok ama çok değerli armağanlar vermiş olana.
Biraz gözlerim dolu, biraz gülümsüyorum, kahvemi yudumluyorum hala.

Ayaklarım ıslak bile olsa daima birazcık daha vakit geçirebileceğim bir kaç insan var hayatımda.

İşte bana şu güzel armağanları, yaşamı boyunca varlığıyla güzel varlığıyla vermiş biri yazdırdı bana bu satırları.
Beni gülmekten altıma işeten tek insan.
-gerçekten işemiştim, birazdı evet azıcıktı ama gerçekten yapmıştım bunu -

Ve ne zaman mutlu,üzgün,sinirli,aşık,korkmuş,başarılı,başarısız olsam yanımda olacağına elimi tutacagına emin olduğum bir varlık, ne yaparsa yapsın yanında duracağımdan emin olduğum bir varlık. Her zaman yani. Yaşam yolumun her adımında.

Şanslıyım değil mi ??
Boşa söylemem ''çok şanslıyımdır '' derken.

Herkese nasip olmaz deneyimlerden geçtim, geçiyorum.
Kahveler sıcak, sular serin, günler neşeli olsun :))

26 Aralık 2010 Pazar

Lutuf

Ruhsal uyanışımın, hatırlayışımın ilk senelerinde, ah bir heves ile anlatırdım.
Eşe dosta tavsiyeler, aktarımlar,ah bir boş heves imiş.
Anladım ki, uzun zamandır, kimse kimseye öğrenmek istemediği bir şeyi öğretemez, hazır olmadığı bir hale sokamaz, hazır olmadığı bir yerlere kaldırıp taşıyamaz.
Deli derler mazallah adama. Desinler benim umrumda değil de, boşa zaman harcamış olmak uygun olmaz belki de.

Harry Potter kitaplarını çok severim, güzel,disiplinli bir çalışmanın ürünüdür bence. Akıcı bir dille yazıya dökülmüş bir hikaye. Harry, kitaplardan birinde sesler duyar kendisinden başka kimsenin duymadığı. Sesler onu bir yere götürmektedir. Bunu ilk anlattığında, tüm o tuhaflıklarıyla büyücü dünyası bile dışlar Harry'yi.
En yakın arkadaşı Ron çekincesini şöyle açıklar : '' Harry, gaipten sesler duyana asla iyi gözle bakılmaz, büyücüler dünyasında bile ''

Geçen sene Konya'da ; Şems-i Tebrizi'nin öldürüldüğü kuyunun orada (Şimdi türbe yapılmıştır üzerine)
gayet orta anadolulu görünümlü - bir sıfat bulamadım- iki kardeş, iki adam ile gönülden sohbet ettik.

Benim üzerimde etek,tayt,uzun çizmeler,parmağımda ojeler vardı.Saçlarım, bilen bilir, uzun ve sarı.
Adamlar tüm bunların arkasındakini gördüler. Giysilerin,renklerin,bedenin ötesini.
O sohbette, gönülden gelip de ''seni tanıdık, gönlü açıklardansın '' dedikleri ve benim de onları tanıdığım o sohbette çok özel bir şey vardı.
Gözlerimizi dolduran, ellerimizi sık sık kalplerimize götürmemize sebep olan, ve tüm dış görünümün üzerinde bir şey. O an ne onlar erkek-kadın-kafir-putperest ne ben.. Pur ruh enerjisi, saf gönül sohbeti.

İzlediğimiz yollar farklı, amaç BİR imiş demek.
Sohbetin özü, dediler ki bana : '' lütuf bu kardeş. Allah lütfu kime verdiyse hikmet ondadır. Çok insanlar gelir buralara, içeri giremezler, çok insanlar gelir içeri girerler lakin boşa dua ederler, özde değildirler şekildedirler, lutuf bu, lufta ermek için de kimbilir nerede ne zamanda ne halde oldun,olduk, hamdolsun ''

''Hamdolsun '' dedim. Bu kadar.

Şimdi yine bazen tavsiye isteyen eşe dosta bir şey anlatırım, ya da, çok bağıran bir yara gördüğümde
müdahale eder konuşurum fakat anlıyorum ki bir tuhaf iç burkuntusuyla; anlaması murat olunan anlıyor, anlamak istemeyene istersen bin saat konuş..

Yakınmayı seviyor insanoğlu. Tatlı geliyor kendine acımak hissi. Her şeyi atıp bir başkasının, ailenin,okulların, sistemin, Tanrı'nın omuzlarına; mızmızlanmak kolay geliyor insanoğluna.

Şimdi ben, artık, mızmızlananlarında seçimlerine duyduğum sonsuz saygıdan ötürü, sessizce dinliyorum onları.
Beslendikleri ,beslenmek istediklerini görüyor ve bir şey yapamıyorum çünkü anlamsız buluyorlar.

Desem ki ''kardeşim, kendini sevmeden, tüm bu büyük hipnozdan çıkmadan, bir mutlu,bir mutsuz, bir aşık bir yalnız, bir fakir bir zengin olmaya devam edeceksin, inişte iniş ile, çıkışta çıkış ile, aradaki ivme ile;
elde ettiklerin ile, kaybettiklerinin acısı ile beslenmeye, gücünü sağa sola dagıtmaya devam edeceksin, yapma güzel kardeşim '' desem..

Anlaması murat olunan hatırlar, diğeri yüzüne bön bön bakar.

Şeklin ötesini görmesi gereken, görür.Diğeri göremez.
Basit. Lütuf işte.

Hepsi de pekala.Hepsi yolundadır. Yolda gördüğün dilenci; işte o o deneyimi yaşamaktadır, sen başka bir şeyi. Kocaman bir oyun. Peki niye?

Hiç işte. Bilmiyorum. Resmen bilmiyorum ve bu beni çok geniş kılıyor. Bilmiyorum ya hu ötesi var mı?
Bilmemem de bana bir lutuf işte.

Herkes elindeki kepçe kadar alır bir büyük ırmaktan. Kimi de almaz bile, girer yıkanıverir ırmağa. Akıntıya..

Akıntıya :)

23 Aralık 2010 Perşembe

Bırakmak..

Saldım.Salıvermek, tutunduğumuz biz olmayan şeyleri bırakmak işte.İyi gelmeyen şeyleri ruh halimize.
Oldugumuzdan daha az sanmamıza sebep olan anılar,ilişkiler,izler,alışkanlıklar.

2 gündür farkettim ki, eski bir aşkın hatırasına ne çok tutunmuşum.
Ne çok oruç tutmuşum artık sevmeyeceğim/sevilmeyeceğim diye direnmişim.
Çok masalsı çok destansı kalsın istemişim. Belki bu bir birlikte yaratımdır. Evet çok güzeldi, yoğun duygulardı, ancak çok eskidendi. Çok eskidendi. 3-5 senede bir o alana çekilmek o anların enerjisi ile yeniden karşılaşmak, yeniden '' ama biz çok farklıydık '' hisleri düşünceleri ile beslenmek yersiz artık. Artık işlemiyor. Artık '' kimle olursan ol benim gibisi yok işte döndün dolaştın kimseyi öyle sevemedin değil mi '' enerjisi ile beslemek-beslenmek istemiyorum.Seçmiyorum bunu.

Yalnız bunu henüz yeni farkettim. Aşk ikinciye olmaz mı, olur bence. Neden olmasın ki . Yaşam binlerce kez oluyor da aşk neden ikinciye olmasın. Daha güzeli, aşkla, ilişkiyle, eskiyle hiç kafamı yoramayacagım.

Yaşam neyse o, gün önümüze ne çıkarırsa onu yaşıyoruz ve sadece bu.

Salıverdim. 2 uzun ve sancılı biraz burkuntulu günün sonunda salıverdim.
Tüm yargılarımı bu alandaki..
Tüm hatıralarımı.
Tüm sıkışmış,birikmiş,eskimiş,tozlanmış anıyı.

Derin nefes alıyorum, nedense salıverdiğim andan beri rahatım, mutluyum, ferahladım.

21 Aralık 2010 Salı

Eskiden

Çok kavga ederdik.Acayip. Odamda fotoğrafları dururdu, ne zaman kavga etsek devirirdim elimin bir fiskesiyle. Bir zaman sonra kaldırıverirdim neşeyle. Her sabah uyandığımda ilk gördüğüm onun güzel, ışıklı yüzü olsun isterdim. Bazı sabahlar hariç, yüzünü devirerek yattığım gecelerin sabahları. Yüzünü düşürmüş ''aşk''ın yüzünü bir de ben düşürürdüm ne olmuş..

Sürekli anlaşmaya çalışırdık, ikimizde anlaşabilmek için,benzeyebilmek için, yürütebilmek için çok soylu çabalar gösterirdik.Ama anlaşamazdık işte. Birbirimizi gördüğümüz an,gözlerimiz büyüyordu,gerçekten, fiziksel olarak,kocaman oluyordu,gözbebeklerinde kendimi seyredebiliyordum,kendimi hiç öyle sevmemiştim.
O'nun gözbebeklerinde barınırken suretim,güzeldim.Her şey güzeldi. Ama anlaşamıyorduk, alınıyorduk,kırılıyorduk,serde gençlik vardı,kan damarda deli akıyordu, çok asil çok çocuksu çabalarımıza ragmen olmuyordu.

İsmini duyduğumda kalbim atıyordu, fiziken böyle.Gümbür gümbür. Hala bile atar biraz. Aynı ismi taşıyan çocukları çok severim mesela. Benim ismim de ona hala bir şeyler çağrıştırırmış,yazmayacağım.

Kokular,sesler, elinin elimde bıraktığı iz. En güzel hikayem.
Rakı masalarında asla konuşmadığım anım.Eş dostla örnekleşerek sohbet ederken, dilime dökmediğim isim.
Öyle işte. Aşk'a yazdım yetmedi. Bunlar da akıyor anda.
Şu temizlik işi bugün her yanımı sardı. 21 aralığın özel ve güzel enerjisinde saldım saldım saldım.
Bu da kısmetteymiş.

Hep bana kalsın istediğim bir hikaye bu.Hep kalbimin bir köşesinde,ruhumun bir yerinde taşıdığım anılarım.
Görünmeyen bir yerinde bedenimin, gururla taşıdığım savaş yaram. Herkesten gizli bir köşede sakladığım arada bir baktığım sevinçle oynadığım çil çil altınları bir zafer ganimetinin.

An'da onurlandırdığım anılarım. Mesela beni ilk yarı yolda bıraktığında, saatlerce ağlamıştım hani.
''Keşke ölseydi de bunu yapmasaydı '' demiştim. Bir şey de yapmamış aslında geriye dönüp bakınca, neler yapıyor insanlar birbirlerine. Yılana sarılsan yılanın yapmayacagı şeyleri yapıyorlar. O gün saatlerce ağlamıştım ama bir şey de yapmamış meğer.

Biraz garanticiydi. Nefret ederdim onun garanticiliğinden, sağlamcılığından. Meğer ben ondan daha bile garantici, daha bile sağlamcı, daha bile tırsakmışım.Çok sonra anladım.

Aşırı gururluydum mesela. Git demiştim gitmemişti. Öyleyse ben giderim demiştim. Bir daha da geri gelmemiştim. Gelseydim farklı olurdu hikaye. Bu daha sonraydı ama.

Barışınca acayip mutlu olurduk. Naklen yayın yapardık.Naklen duyururduk falan. Çok mutluyuz, sarsılmaz derdik. Şımarıklık işte. Ele ne oysa. Ele güne ne.

Eli günü zaten fazla umursardık, o çok umursuyor diye kızardım,ben ondan fazla umursardım.
Benim adımlarım daha korkaktı.

En uzun gecenin şafağı söktü.Dışarda hava aydınlandı artık. Ne çok enerji döndü durdu bedende,şehirde bu gece. Sabahın hayrı olsun. Sabahlar hayırlı olsun. Ne çok döngü tamamlandı,çemberler kapandı.

Gün aydınlandı.

Aşk

Aşk hakkında yazabilecek kadar çok şey bildiğimden emin değilim.
''Mecazi aşk '' hakkında en azından. ''İlahi aşk '' hakkında her gün o kadar çok insan boş ve kof ve sık konuşuyor/yazıyor/çiziyor ki bende bir ''eeh yeter bee '' hissi uyandırıyor.

Aşk hakkında bildiğim; bir delilik hali sanırım.Birden her şeyin rengi değişiyor, ışık yeryüzüne daha çok daha farklı sanki havai fişekler gibi patlayarak neşeyle iniyor, ah o hep bahsedilen karındaki kelebekler,kedi yavruları..midede tatlı bir heyecan yerleşiyor. Mesela saatlerce trafikte kalmak sıkmıyor seni aşık olduğun insanla berabersen. Ya da hiç yapmadığın lezzette yemekler falan yapabiliyorsun ona hazırlıyorsan. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile yürürken,kocaman bir gülümseme ile arkadaşınla sohbet ederken bir dalgınlık çökebiliyor üzerine. Küllükte yanan sigaran dururken ikinciyi yakabiliyorsun. Saatlerce yılbaşı ağacının süslerine bakabiliyorsun sırıtarak.Muhtemelen sen de o an, o ağaçtan az ışıldıyor değilsin.
Böyle değişik bir parlaklık,bir enerji çöküyor her şeyin üzerine. Hiç sevmeden gittiğin yerlere koşa koşa gider oluyorsun. Okula mesela, mesela eskiden sıkıcı bulduğun dost meclislerine, mesela ofise.
Göz göze gelinen anlarda bir şey oluyor bir deprem,bir sarsıntı,bir sevinç, bir iki insanın bir oluşu işte.
İlgi alanın, algı çerçeven falan değişiyor. Geçici bir delilik hali belki de.

Ve ne yazıkki geçiyor.

Her aşk ilişkiye dönüşmediği gibi, her ilişkide de ''aşk '' yaşanmıyor zaten.
Beğeni,hoşlanma, mantığına uygun bulma, şehvet, ve bir sürü başka his yönelim aşkla karıştırılıyor gibi.
Çoğu zaman ve çok insan tarafından.

Geçmişe dönüp baktığında bazı geride kalmış insan için '' sevmiştim onu ben '' dersin mesela. ''Aşıktım '' demezsin. ''Boşluktan olmuş '' dersin , ''aşıktım '' demezsin, '' çok eğleniyorduk '' dersin ''aşıktım '' demezsin.

''Aşıktım '' dediğin biri varsa geçmişinde, dürüst de söylüyorsan bunu, herhalde aşık olmuşsundur ona.

Herhalde diyorum çünkü tam emin değilim, uzun zamandır ''aşık '' olmadım. Eskiden aşık olduğum biriyle, yeniden çok zaman önceleri de kurmayı başaramadığımız birliği, anlaşabilmeyi,birarada olabilmeyi  denesek mi diye düşündüğümüz bir kaç zaman evvel o ışıltı bir kaç günlüğüne çöktü üzerime yeniden.
O zamanki ve o yaştaki şiddeti ile değilse de çöktü. Hani şarkılar dolandı dilime, konuşmalar bol kahkahalı oldu, ve artık iyice kavradığım gibi bir şey olmuyorsa olmuyor, ''kısmette yoksa dayak bile yiyemiyorsun ''
belki de her iki taraf da, bir zamanın kocaman duygularını ilişkinin günlük rutininde küçültmek istemiyor,
yağmurun altında heyecanla yürümüşsün bir vakit, o adımları alışveriş merkezlerinin elektrikli ortamında atmak istemiyorsun; '' faturam, iş programım, eve aldığım ekmek, alacağım gömlek '' içerikli günlük konuşmaları sık sık yaptığında bir insanla o yürek çarpıntısı kalmayıveriyor, oysa sen/ o birbirinizin seslerini her duydugunuzda bir '' ah '' ile karışık sevinci,heyecanı,saçmalamayı ve kalp atışını yaşamayı seviyor olabilirsiniz sadece.

Biri söylemişti ''ya ömür boyu değildir, ya da aşk değildir '' diye.
Aşk biraz hain bir duygu.
Seneler sonra gelen tek bir kelimeye, tek bir karşılaşmaya karmaşık hislere aç sanki.
Kanlı çatışmalara, hala kanamalara, yürekte kimselere göstermeden ayrılacak bir köşeye, o köşede yanacak mumlara  hasret sanki.

Huzur vaadetmemiş aşk, huzurlu şeyleri de sevmiyor sanki, huzurla yaşamaya başlıyorsun, her sabah sesini duyarak başlıyorsun güne, elini daha bir güvenle, kendi elin gibi tutuyorsun, sarılmak bir alışkanlık oluyor,
küçük mutluluklar sarıyor etrafını - hani karşıdan karşıya geçerken kendini arabalardan tarafta konumlandırması, sen içiyorsun diye hiç sevmediği bitki çaylarını alması, soğanı doğrarken gözün yaşarmasın diye yardım etmesi, ayağın üşümesin diye kalın çoraplar alması süslü püslü, dondurma seviyorsun diye dondurmacılara abone olması, çayını karıştırması falan-
Battaniye yumuşaklığında bir huzur, kendin kadar güvenmek, küçük mutluluklar, alışkanlık devreye girdiğinde
sabahın erken saatleri gümbür gümbür kalp çarpıntısıyla, yüzde kocaman bir gülümseme ile elele yürürken yaşadığın o his; hani dünyanın en berbat en boktan yolunda bile yürüyor olsan mutlu olduğun o kareler sinsice sıvışıp gidiyor bir yerlere.
Sabahın ilk ışıklarının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Akşamın karanlığının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Telefon çaldığında başka odalardan taklalar atarak telefona koşma hali.
Uzaklarda bir ülkeye göç ediveriyorlar sanki, gözündeki o parıltıyı alıp çantalarına. Kalpteki o muazzam gümbürtüyü katıp yanlarına.

Bu yüzden belki de bazı aşkların kaderini aşıklar belirliyor, birbirlerini görünce gözlerinden yaş akmasını, hala çok seneler sonra bile; o pofuduk huzurun yerine tercih ediyorlar.

Çünkü onun da söylediği gibi '' çok başkaydı, çok özeldi, her zaman ayrı bir yerde, her zaman aklımda ''
Çünkü benim de söylediğim gibi '' en az anlattığım hikayem, en özel hikayem, hep bir iç burkuntusu fakat hep bir sevinç de aynı zamanda ''

Dediğim gibi aşk bu idi sanırım. Daha başka, daha farklı, daha yetişkince hisler vardır elbet.Varlar yani.
Akşamüstü makyaj yaparsın mesela gelecek de seni alacak diye. Salata yersiniz aynı tabaktan balzamik sirkeli. Elele sinemaya gidersiniz, sahilde yürürsünüz, seviyor diye fransız manikuru yaptırırsın, beraber o dönemin trend mekanı neresiyse oraya gider birşeyler içersiniz cuma akşamları, günlük raporlar verirsin telefonda, ufak mesajlar atarsın falan. Güzel hisler, hoş heyecanlar, tatlı zamanlar elbet.

Ama aşk gibi değil.Aşk aidiyet hissinden beslenmiyor, aşk modaya uymaktan hazetmiyor, aşk açık denizleri seviyor,fırtınaları, her an karaya oturabilirsin tehlikesini, güvenli limanlarda demir atıp mangal yapmak;iki kadeh parlatmak da pek tatlı,pek latif, pek güzel lakin aşk buna çok gelmiyor.

Çok bilmediğimi söylemiştim. Aşk işte. Ne kadar insan varsa aşık olan, ne kadar çift varsa birbirine aşık olan
o kadar ayrı çeşidi vardır, herkesin kafasında ayrı bir dünya.

Aşk olsun sana dünya :)

18 Aralık 2010 Cumartesi

Yılın en karanlık en sihirli ayı

Aralık ayını oldum olası severim. Günler o kadar kısalmıştır ki, 21 aralıkta en kısa günü yaşayacağımızı bilmek, ondan sonra yavaş yavaş da olsa hep uzayacağını bilmek günlerin, beni mutlu etmeye yeter.
Kar var sonra; aralıklarda artık kar yagmaya başlar, okullar tatil olur, o tuhaf beyaz örtü yeryüzünün tüm çirkinliklerini örtmeye muktedirdir sanki..Bir de yeni yılın getirdiği umutlar var.Her yeni yıl yeni umutları beraberinde getiriyor ya, aralığın ilk günü bile bilirsin; bu ay son. Bu sene de bitti gitti.

Aralık denilince aklıma, nedense hep tarçın kokusu, kar, noel tatili - noel de tatil görmüşlüğüm var elbette-
renkli ışıklar, kırmızı-yeşil-dore renkler, rengarenk süsler, hediyeler, bir kabuk değiştirme, bir yenilenme umudu geliyor..

Geçen gün düşündüm, yılın en karanlık ayında insanlar ne çok ışık bayramı icad etmişler.
Hanuka var musevilerin, her gün mum yakıyorlar. Noel var çok bilinen, hristıyanların ama tabii çok eski geleneklerin devamı aslında,  paganlar yılın bu en karanlık zamanında; sonbaharın bitimiyle yapraklarını dökmeyen tek ağaçları, yaşamın devamının sembolu olarak görmüşler, işte iğne yapraklı ağaçları renklendirmek için elmacıklar, mumlar, kurabiyeler,çörekler, çerezler asmışlar, bu şekilde hayatın devamını,bereketi,bolluğu, ışığı çağırmışlar. Şu an hristiyan adetleriyle bütünleşmiş olsa da;
aslında vatikan almanlar agaç süslüyor diye epey gerilmiş vakti zamanında. Yeniden pagan adetlere dönülür mü diye. Geçen senelerde bizim ortaasya türklerinin de ağaç süslediği ile alakalı bir şeyler okumuştum ama,
şimdi çok hatırımda değil.Zaten at üstünde giden,kımız içen atalarımızın şamanik ritüellerinden epey taşımışız günümüze.

Hala devam ettiriyoruz aynı gelenekleri.

Aralık ayında her yanı ışıklanırıyoruz ki şu karanlık günlere anlam,mana gelsin işte.

Bir iç hesaplaşma, yaşananın olanın bitenin envanterini tutma da illaki gerçekleşiyor.

Ben bu sene ne yaptım,ne öğrendim, ne kadar dönüştüm neleri dönüştürdüm, neleri salıverdim diye düşünüyorum,başkaları başka hesapları kontrol ediyorlar, eh hepsi de pekala işte.

Pek çok eskimiş ilişkiyi salıverdim, düşünce kalıplarım, kendimle kavgamın çoğu bitti gitti,
oyunu oyun oldugunun farkındalığı ile oynamaya başladım, zor oldu temiz oldu işte.

Daha gidecek çok yol var, yollar bitmez, oyunun ana kuralı bu.

Şimdi içimdeki pagan ağac süsleyecek, çam agacı şeklinde kurabiye pişirip renkli glazurlerle,royal icingle falan renklendirecek, işte alışveriş merkezlerinin ışıklarıyla neşelenecek, defterlere yazılar yazacak, evde tarçın kokusu bol bol olacak; seneye taze dönüşümler ve neşe ile veda edecek.