10 Aralık 2013 Salı

Sobe


İstanbul'a kar yagıyor; İstanbul bembeyaz.
Dün bir şeyi sobeledim; oturdum ağladım; hani çocuk şımarıklığıyla değil; içinin zehrini boşaltır gibi.

Kıyaslamak korkunç bir şey ve bunu yapıyordum. Birileri beni birileriyle, kendileriyle kıyasladıkları zaman;
ben de kapılıyordum.
Ki kıyas oyunu; oyuna girmeyi kabul ettiğim an ilk ne zamansa;
muhtemelen terazide ağır bastığım, ''ama şu şu şu var, ben daha iyiyim ! '' diye kendimi iyi hissettiğim bir an başlamış olsa gerek.
Her neyse, dün bunun bana ne kadar zarar verdiğini fark ettim.
Zihnimin, ruhuma daraltı verdiğini.
Zihnimizi çöpe mi atalım, atamayız, ama o oyunlara, endişelere, kuruntulara daldığı an farkında olabiliriz.

Bir de; hep söylediğim fakat pratiğe geçirmeye üşeniverdiğim gibi;
kiminle, ne ile iletişimde olduğumuz çok önemli. Rezone oluyoruz çünkü.

Ben biraz bütün bu kıyas oyununa beni sokan insanlardan uzak durmaya karar verdim.
Çünkü kendime haksızlık, çünkü bunu bana yapmayanlara haksızlık.
Çünkü gönlüme daraltı, ruhuma buhran.

Dün bir zamanlar beni çok sevindirmiş bir nesneyi, suya fırlattım attım. Artık benim değildi, artık kimsenin değildi, artık varlığı beni mutlu etmiyordu, kullanmıyordum, saklamak da istemiyordum; tevafuk etti, böyle bir ''ayılma'' deneyimlediğim bir güne denk geldi.

Atarsam üzülürüm diye düşünmüştüm çook daha önceleri, bilemiyoruz işte zan; atıverdim ve hiç üzülmedim.

Şu ''zan'' ve ''tahmin '' oyununu da bırakmaya karar verdim.

Bilemiyoruz. Bilmiyoruz. Biz değişiyoruz. Geçmişin öğrettiklerini bir sonraki ana bir sonraki ana eke eke kendimizi yoruyoruz.

Belli olmaz. Üzülürüm sanırsın üzülmezsin, sevinirim sanırsın sevinmezsin.

Herkesin yolu ayrı biricik. Yaşam bir gün bitecek.
Öleceğiz, ölüm orada duruyor ve çok gerçek.
Ölümden sonra hayat; bilmiyoruz bilemeyiz, ama sonsuzluk var. Ne olacağını bilmiyorum ama bir şekilde bu su hiç durmayacak, perdenin öte tarafında da akacak onu biliyorum.
Bu yükleri, çöpleri, zihnin oyunlarını, geçmişin kederlerini oraya da bagaj yapıp sürüklemek pek iyi olmaz.

Yaşam biricik. Yaşam bir armağan. Bu canı biri bana armağan etti ve bundan sonra an an an her şeyin tadını çıkarmayı; kartondan kuleler, kağıttan korunaklar yapmadığım ve beriki yaptığı için kötü hissetmemeyi seçiyorum.

Ayazmaya indim; sevdiklerim için mum yaktım; kendim için de. O'nunla, hayatla barışmayı diledim.

Kiliseye çıktım, yine aynı şeyler. Gözümü yumup oturduğumda bedenimi bir dalga sardı, öylece oluvermenin, varoluşun, her an yanımda olanın, gerçek olanın, şahdamarımdan yakın olanın sevgisinin dalgası.

Bir çalışanı vardır, 50 yaşlarında hep mutsuz, hep dertli, hayatımda tanıdığım en negatif adamlardan biri.
Her zamanki gibi nasıl oldugumu sordu, benim soruma ''hayat çok zorr'' diye yanıt verdi.
Şebnem'i sordu, ''Dublin'de şimdi, gezmeye gitti '' dedim.
''ah çok kötü bir arkadaş, sizi niye götürmedi '' dedi.
''Ben İrlanda'ya gitmek istemem ki hiç '' dedim, gülümsedim.
''Evlendiniz mi '' diye sordu, ''hayır '' dedim, gülümsedim, ''niye '' dedi,
''kısmet değilmiş '' dedim,  - adam iki hafta önce de sormuştun aynı soruyu, iki haftada evlenmiş olmadığımı elbet sen de biliyorsun - demedim.
''İrlanda'yı görmek istemiyorsunuz, peki nereyi görmek istiyorsunuz '' diye sordu, ''Mısır '' dedim.
''Taş ve çöl, görecek bir şey yok, gizemlere çok takılıyor olmalısınız '' dedi.

Gülümsedim, elimde yeni kar küremle kasaya ilerledim, bir kız geldi, şişmanca, ''ah bizim bu kız sadece yemek yer, ne kadar şişman bla bla '' bir şeyler söyledi,
kızın yüzüne baktım, kulaklarını görünmez pamuklarla kapatmak istedim, kız yüzüme korkarak bakıyordu, nasıl bakmışsam, ''ne düşünüyorsunuz, ne düşüneceksiniz, tabii ki evet yemiş yemiş şişmiş diye düşünüyorsunuz '' dedi.
Zan. Öyle düşünmüyordum. '' Lütfen bunlara aldırma, lütfen hiç kimseye benzemek zorunda değilsin, mösyö hep böyle, hep çok negatif, bunları duyma, çok şişman falan değilsin, kötü hissetme '' dedim.

Kız gülümsedi, kasadaki genç çocuk ''evet'' dedi, ''çok negatiftir ''

Adamcağız artık biraz bozulmuş yüzüyle ''hep aynı şeyler, hep şükran diyorsunuz, neye şükran, kimin şükranı, İsa'nın mı Musa'nın mı Muhammed'in şükranı mı '' diye sordu,
''insanın şükranı '' diye yanıtladım.

''boş laf, daha neye şükrettiğinizi bilmiyorsunuz '' dedi.

Bütün gülümsememle, '' siz mutsuzsunuz ve beni de mutsuz etmeye çalışıyorsunuz, beni mutsuz etmenize izin vermeyeceğim '' dedim. Bıçak kadar keskin bir şey geçti havadan.

Kız ''sizin adınız ne '' diye böldü sessizliği ''Işıl '' dedim. ''Belli isminiz gibi ışıtıyorsunuz etrafı, ışıl ışılsınız sizi tanıdığıma çok memnun oldum '' dedi , ''ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum, görüşürüz '' dedim ve kapıdan çıktım.
Kar başladı.
Kilisenin avlusunda, kafamı gökyüzüne çevirdiğimde gülümsüyordum çocuk kadar şendim.

Bundan sonra hep böyle.
Her zaman dile dökerek söylemeyecek olsam da; ''beni mutsuz etmenize izin vermeyeceğim ''

Bu yaşam benim, kimsenin dayatmalarıyla kendimi terazilere koyup tartıp bir iyi bir kötü hissetmeyeceğim.
Çünkü terazi, bir gün eksik bir gün fazla tartar.

Neyse, bu dündü.
Bugün bugün.
An içinde akmak, bugün önüme ne gelirse, onu tadını çıkararak yaşamak var.

:)

4 Kasım 2013 Pazartesi

Müsademle bu gece

Ne yazacağımı tam bilmiyorum;
zaten ben hep ne yazacağımı bilmezken yazarım ya neyse..
Reiki meditasyonunu çok severim; canım hocamın billur enerjisi, güzel sesi ve açık gönlüne doğan ilhamla şekillenir; hep çok derin bir şeyleri görürüz, hep sindirmek zaman ister, hayatın içinde açılıp gelişmesi kendiliğindenlik ve sabır ile olur.

Pek sık yapmayız, pek sık olacak bir şey değil; anlatmak da deneyimlemeyene, çok mümkün değil.

Her biri kendi içindeki gayya kuyusuna bir bakmak fırsatı; yoluna dolanan çakılları, dikenleri görme, çözme fırsatı.

Sonuncusu ağır geldi. Çok iyi geldi ama.
Her birimizin en derin yaraları sıyrıldı orada; bakmak, görmek birazcık zordu.
Bir yerde, oturuşumu bozasım, kendimi yere kapaklayasım, hayatımda ilk defa bir çalışmayı yarım bırakasım geldi.

İçimden bir ses 'korkma tamamla' dedi, dinledim.

Sonra güzel çay içtik, sohbet ettik, çok yürüdük, eve geldim vurdum kafayı uyudum erkenden.

Erkenden de kalktım.
İçimde '' bugün hiç temas kurmadan, evimin güveninde kabugumun içinde kalayım '' arzusu vardı, yaptım da akşama kadar.

Akşam yakın bir arkadaşım beraber yürümeyi önerince çıktım yürüdüm çay kahve içtik hala sersemliğim vardı.

Gece çok iyi yattım, huzurla yattım yani, bu ara bana çok iyi gelen bir şey var, varlığına şükran; iyi yattım ama iyi kalkamadım :)

Baş ağrısı, biraz halsizlik, devam eden bel, karın sancısı, çok hafif boğaz batması..

Herkesin yolu yöntemi farklı, ben şifalanırken bazen hastalanırım.
Belki direnç gösterdiğim zaman hastalık tezahür ediyordur.
Bilmiyorum onu şimdi.

Bütün gün yattım ama uyuyamadım, soğuk algınlığı ilacı aldım, mandalinalar, kaşık kaşık narlar yedim, bol bol
zencefilli tarçınlı adaçayı yaptım içtim, limonlu çay, su sıvı aldım durdum.

Akıp gitsin diye bedene bol sıvı vermek iyidir.

Ama pek iyileşemedim, hastayken kendime şifa vermeye üşenirim bazen - o hastalığa kim bilir neden ihtiyacım var, belki sadece hiç bir şey yapmadan yatmaya ihtiyacım var - en sonunda kalktım sıcak bir duş aldım, uzanıp nefesimle beraber şükrettim.
Ne çok şükredecek şey var, bir anda farkettim..
Sonra tataam, birden kendime geldim.

Ne anlatmaya çalıştığımı bilmiyorum, öylesine geliyor durdurmuyor yazıyorum an'da.
Bu uyuşukluk geçecek.
Şifa çok derinden işledi.
Onu biliyorum.
Şu an bu uyuşukluga ihtiyacım var onu da biliyorum.
Mutluyum, huzurluyum.

Alnımı yere koyup bütün varoluşun önünde secde etmek istiyorum.
Bize bu eşsiz deneyimi bahşettiği için.

İnsan olmak çok güzel; güzel işte.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Paşa Gönlü Bilir

Her ilişkide karşınızda başka bir insan var.
Onun da sizden bagımsız umutları,hayalleri,amaçları, ilgi alanları..
Yani siz kendi dünyanızın merkezindesiniz, dünya size göre kendi etrafınızda dönüyor,
ona göre de o kendi dünyasının merkezinde.
Çok güzel.
Yani her yeni insan yeni bir dünya.
Tanımaya çalışmak, alışmaya çalışmak bir nevi keşif ve zevkli.

Bunu unutmamak ve karşınızdaki insanın sizin isteklerinize uymayabileceğini anlamak buna kabul vermek
pratikte çok kolay olmuyor.

Paşa Gönül de yazmışım, yıllar evvel.. Sizin paşa gönlünüz bilir, e karşınızdaki insanların da paşa gönülleri bilir ama :)

Buna kabul vermeyi öğrenmek lazım.
Kendi adıma, 18 yaşımdan beri ''söz yalandır '' derim, icraat önemli.
Sizde beklenti oluşturabilecek, his dünyanızda hareket yaratabilecek sözlere karşı dikkatli olun.
Çünkü söz eninde sonunda yalandır, tutmak zor, beş dakkada değişir bütün işler.
Çok sinirleniyor insan, kendini küçük düşmüş, aşağılanmış, aptal yerine konmuş hissediyor biliyorum.

Böyle durumlarda, '' neşesi bilir '' demeyi de öğrenmek lazım.

Geçen gün bir arkadaşımla bir yere gidecektik, sabahtan kendisi teklif etti, öğleden sonra halledeceğiz.
Saat tam 3 te, yani normalde buluşacağımız saatte, ben o yapacağımız iş için öz hazırlık yapmış, bir buluşmamı erkene çekmiş, birazcık da sıkıntıya girmişken; çat diye telefon açtı ve bana göre gerçekten ipe sapa gelmez bir bahane sundu en sonunda da '' e ben vazgeçtim, gitmiyorum '' dedi .
O an sinirle ''peki, görüşürüz '' dedim ve yüzüne kapadım kızın.

Onun paşa gönlü cayıvermek istedi, benimki de yüzüne kapamak.
Aslında çok normal. İki ayrı hayat var, iki ayrı dünya.

O sabah erkenden benim aklıma o işi düşürmek, bana saat konusunda baskı yapmak vs sonrası sözünü tutması gerektiğini düşünmüyordu.
''e ben vazgeçtim '' ona göre normal bir tavır.

Ben öyle durumlarda ''söz verdim eşlik bari edeyim '' diye düşünen bir insanım.

Etki var tepki var. Ona göre de benim yüzüne kapamam yanlış muhtemelen, bana göre hala değil :)

Neşesi, paşa gönlü bilir. Benim de neşem paşa gönlüm bilir.

Bu bir hemcinsim olmayadabilirdi;
söze gelince bana çok değer veren, eyleme gelince bunu göstermeyen biri de olabilirdi.

Önce öyledir, sonra böyledir.
Senden hoşlanır, yolda başka kız görür aklı ona kayar.
Bir sürü şey mümkündür.

Ona da kabul vermek gerek, neşesi, paşa gönlü bilir :)

Her insan ayrı bir dünya ve kimse bize uymak, kafamızdaki gibi davranmak zorunda değil.

''Aşk olsaydı meşk edecektik, kaza oldu rıza vereceğiz '' de geç.














25 Ekim 2013 Cuma

Gayet Kişisel

O zamanlar ''sanal  simge '' lakaplı jelibon ve tatlı bir cadde kızıyla oturuyordum;
her gece galonla çay demler; yerde minderlerimizde oturur ve bazen yazar çizer bazen şarkı söyler, bazen geyiğin sınırlarını zorlar ve inanılmaz, inanılmaz eğlenirdik. İçki içeceğimiz zaman dışarda içerdik. Bir apartman dairesine ödeyeceğimizin beş katını ödeyerek yaşadığımız güvenlikli bir kız apartındaydık.
Bir akşam ne yapsak eğlenemedik; canımız sıkıldı, üst katlardan birinden bir gitar sesi geliyordu;
''hadi '' dedik, ''gidelim tanışalım, yeni birileri var ''.
Gittik; tanıştık, kızcağız tekmiş, ev arkadaşı İstanbul'daymış, çok sevindi bizimle tanıştığına.
Ev arkadaşından bahsetti bize, adı ''Gülüm'' dedi. ''Size fotosunu göstereyim'' dedi ''odasında asılı var ''

O fotografa baktığımda, biri sarışın biri esmer iki kız voleybol oynuyordu, ikisinin de sonradan kardeşim gibi olacağını bilmem mümkün değildi, ama hissettim sanırım.
Daha ismini duydugum anda gelen ''tanıdıklık hissi'' yüzünü görünce daha çok arttı. Üstünde düşünmedim, 1 dakikalık bir olay; hayat zaten üstünde düşünülen olaylardan çok böyle düşünülmeyen şeyleri önemli kılıyor ya. Dilemma.

Sonra kendisi de geldi, hayatıma girdi. O zamanlar ikimizin de o yaşa göre ciddimsi ilişkileri vardı falan belki ondan sevdik birbirimizi. Sırayla ayrılıkları falan yaşamışızdır. Çok esmer, tatlı bir esmer ve dalgalı siyah saçlarını kızıla boyayan inanılmaz güzel gözleri olan bir kız, bir de ben.
Çok seneler sonra birbirimize Scrubs'tan mülhem; ''Chocolate bear '' ve ''Vanilla bear '' diye hitap ettik; çok ama çok kavga ettik, çok ama çok güldük, ikimiz de '' maalesef '' :) '' %1500 heteroseksüel olmasak evlenirdik '' dedik. Gerçi ''birimizin birazcık meyli olsa da olurdu o iş ya '' derdi Gülüm hep çok güldük.
Ve malesef erkekleri de hep  çok sevdik;  benim hiç bir erkek arkadaşım onu çok sevmedi, onunkiler de beni sevmek için soylu çabalar harcamışlardır.

''Kardeş '' her zaman anne babanızdan doğan bir insan olmuyor; kardeş her zaman çok anlaşılan onaylanan bir insan da olmuyor tabii. Biz birbirimizin kardeşiydik, zaten zamanla birbirimize de benzedik.

Babamın öldüğü sabah çok erken saatte beni çaldırdı, kapattı, sonradan söyledi rüyasında beni görmüş, sebebini bilmemiş, çaldırmak istemiş. Öğleden sonra ayrı şehirlerden üçüncü bir şehirde karşılaştığımız an, avcuma bir tesbih verdi, ''sabır '' dedi bana.

Başka bir şey olmuştu; bir felaket, 2 gün sonra onun tek ders sınavı vardı, sınavdan çıkana kadar saklanmıştım. Başınıza bir felaket geldiğinde, birine anlatmak için tek ders sınavının geçmesini bekliyorsunuz, bu güzel bir şey, o olsa o da öyle yapardı.

Öyle dehşetli kavgalar etmişizdir ki; aklınız hayaliniz durur. İki insanın böyle kavga ettikten sonra barışması imkansız dersiniz, biz iki saat içinde çay falan içiyor olurduk.Seneler içerisinde yaşadığımız maceranın haddi hesabı yok.

Dünümü çok kötü geçirdim. Onun mutsuzluğu beni mutsuz etti. Oturdum hüngür hüngür ağladım, ağladığını duymuştum çünkü. Annem ''üzülme, inşallah çok mutlu olur sonra '' dedi, ''ama çok daha iyi şeyleri hakediyor  '' dedim ve ağladım. İçimin sızısı gözümden süzüldü. Ama gitmedi.

Çok başka hayaller kurmuştuk; ben ve diğer sarı özel dikim tuvaletler giyecektik, sevmediğimiz insanlara kibar kibar çemkirecektik, saçlarımıza bile sim sıktıracaktık falan.
Hayaller, bazen sadece hayal olarak kalır.
Dünü diğer sarıyla, burkularak geçirdik.

Şimdi tek dileğim; bugünlerin içinden kolaylıkla, zerafetle geçmesi.
Sabahları gülerek uyanan bir insanın mutlulugu benim kadar zora koşmadığını bilirim, içim kardeşimin yoluna, hayatına, seçimlerine saygı duymak istiyor.
Aksi hadsizlik zaten.
Kazaya rıza gerek.





23 Ekim 2013 Çarşamba

''O yaz ''

Bugün hep takı aldığım dükkana uğradım.
İki kardeşin dükkanıdır, beni de pek severler, görünce sevindiler, ben de gülümsedim hemen.
''aa senin dişlerinde bir şey yoktu; neden tel taktın ?! '' diye sordular.
Bence bozuktu. Bence bozuk olması kafiydi.
Benim kadar çok gülen bir insan, bu eziyeti çekiyorsa bu yaştan sonra muhakkak vardı bir bildiğim.

Bir gün karar verdim, muayene oldum, umdugum gibi kolay olmayacağını çocukken yaptığım gibi dışarıdan gözükmeyen damaklı bir şey takarak yırtamayacağımı öğrendim, 31 mayıs 2013 tü.
Acele ettim koltuktan kalkmaya çünkü Taksim'e gidecektim, uzun senelerdir ilk kez sırt çantası almıştım yanıma; içinde boş sprey şişesi vardı, gaz atacaklarını biliyordum, bir yerlerden solusyon alıp doldurmayı planlamıştım.

Korkmuştum da; dişçi koltuğundan kim korkmaz ki, ben en çok korkandan daha çok korkarım zaten.
Kalktım yürüdüm gittim, o akşam ben Taksim'e ulaşamadım ama '' o yaz '' başladı o gece.
Kriz masası haline getirdiğimiz masada sürekli bir şeyler yaptık, çocukluk arkadaşlarımla.
Birimizin kocası, benim kardeşim kuzenlerim, pek çok arkadaşımız oradaydı.

Ertesi gün sırt çantalarımızı taktık ve bir daha çıkarmadık günlerce; ben ilk başta çok inanmıştım,
sevinçten gözümden yaşlar akarak zafer işareti yaparak yürüyebildiğimiz bir ''ilk üç gün '' hatırlıyorum;
hiç uyumadığımızı, günde 2 saat uykularla bir koşturmacaya girdiğimizi hatırlıyorum.

Dişlerime, hala bir parçası üstümde olan kalp kırıklığıma, annemin ''kas çekmesi  oldu '' dediği yürüyüşünü hafif aksatan şeye; yemek pişirmeye, yemeye, uyumaya alayına Sindirella'nın gece yarısı tarifesini açtım ve inandım. Direnişin 10. günü olduğunda, annemin bacagına ''şifacı'' gözümle baktı ve hissettiklerim iyi değildi, hemen doktora gittik, mr çekildi, ertesi gün sanırım polis en sert saldırısını yaptı; evde delirerek seyrettim.
Direnişin 13. günü olduğunda, ortopedist Mr sonuçlarına baktı ve '' nüksetmiş '' dedi. ''benim yapacağım bir şey yok doktorunuza gidin kemo alın sonra bakarız ''
Ben daha orda ağlamaya başladım, annemin yanında. İlk sefer gibi güçlü olmuyorsun, bütün rezervim tükenmiş yıllar içerisinde öyle ki annem beni teselli ediyordu bu içimi daha da buruyordu, deliler gibi ağladım,
birilerine haber verdim durumu, birilerinden ''acil '' şifa istedim; annem Marinaya gitmek istedi o arabayı nasıl kullanmışım hala bilmiyorum.
Annem öyle normal oturur çay içerken ; ben masaya kapanıp hüngür hüngür ağladım iki saat, Mert beyi aradım; sabah çok erken gelmemi söyledi. Koşturmaca başladı...
Sonra Harzem bey - ülkenin en iyi kemik tümörü hekimidir - acilen operasyon yaptı, biyopsi alındı, Mert bey nüks düşünmüyordu ama 1,5 ay bekledik '' nüks yok ''u duyana kadar.
1.5 ay da hiç uyumadım gibi bir şey; 2 gece uyuyabildim sadece.
Temiz sonucunu aldık; rahat uyudugum ilk gecenin sabahı, diş hekimini aradım, acilen takılsın tel dedim. Bir hafta içinde takıldı zaten.

Kriz zamanları aslında hep fırsattır. O 2 aylık süreçte; parkta, hastanelerde, bir kez daha silkelendim.
En yakın arkadaşlarımdan biri '' bak tel taktırıyorsun, 1 sene sürebilir kimseyle çıkamazsın '' demişti bana.
Zaten kimseyle ''çıkmak'' gibi bir düşüncem yoktu; '' eskiden de İlhan Mansız'la çıkmıyordum zaten '' dedim ve takıldı işte.

Çünkü ben. Çünkü paşa gönlüm. Çünkü ben doya doya kırmızı ruj sürmek istedim. Çünkü ben o kadar güzel güldüğüm söylenir, daha güzel gülmek istedim, çünkü ben kökten bir değişim istemişim; o an çok farkında değildim açıkçası.
Dişler, kök, oğlak enerjisi, zorlayarak değiştiren..
Gittim saçlarımı da bir karış kestirdim; ben eskiyi bırakmak istemiştim bıraktım da.

İşler de pek öyle öngörüldüğü gibi gelişmedi; -işler hiç bir zaman aklın öngörülerine göre değişmeyen şeylerdir zaten )
her gün yüzdüm, her gün bıraktım her kulaçta..

Tekrar akışta olmayı hatırladım.

Ve bir sürü başka şey.
Vatana, anneme, kendime duydugum sevgi ateşten çemberlerden geçirdi beni ama
sabah oldu, bugünümüze şükür olsun, hayatın tüm ifadelerine şükür olsun, Yüce Yaradan'a verdiği ve vermediği her şey için bin şükür olsun.





















27 Şubat 2013 Çarşamba

Çaresizlikte Ferahlık Var :)

Yapacak hiç bir şey kalmıyor ya bazen; işte onda büyük bir ferahlık var.
Hiç okuldan atılmadım ama, bir kez atılayazmıştım. 
İki yol vardı önümde, ben mezun oldum. 
Acayip ferahladım tabii, o sancı dolu geceler bitti. Ancak sanıyorum; atılsaydım da benzer bir ferahlık hasıl olacaktı bünyede.
Yapacak hiç bir şey yok, artık atıldın bitti. 

Hayat bu, her gün melekler tepemizde keman çalıp raks etmiyorlar, periler yaldız tozu saçmıyorlar kafamıza ve gezdiğimiz bahçelerin gülleri dikensiz değil.
Bazen yağmur yağmış oluyor bahçe çamur içinde kalıyor zaten. Bazı günler kar yağıyor çıkamıyoruz bile mesela. Güllere don vuruyor falan.

Hastalıkla, iflasla, işsizlikle, ayrılıkla, kavga dövüşle boğuştuğumuz günler oluyor, yetişkin insanlarız. 
Acıtmıyor diyemem, canın yanıyorsa başka bir şey düşünemiyorsun, ben bir kere pnömoni geçirmiştim mesela, Guti 'yle de bir şey ayarlamışlardı arkadaşlar, ya hu pnömoni diyorum, zatürre başlangıcı yani, ne Guti'si George Best mezarından kalkıp gelse benim kalkıp gidecek halim, şevkim, durumum yoktu yani.

Önceliğim pnömonimdi. 

Acıtmıyor diyemem de, tuhaf da bir ferahlığı var demekte beis yok, gerçek bu çünkü.
Kış ortasında '' artık yaz gelsinnn '' diye sızlanmanın alemi yok yani.

Kötü bir şey mi oldu; durumu kabul edip, acını kabul edip, hatta zaman zaman çaresizliğini, elinin kolunun bağlılığını kabul edip bir süre içinde oturunca, bir çözüm geliyor gerçekten.

Evet başarısız oldun, evet kandırıldın, evet düştün bileğini kırdın, evet o hikaye senin umduğundan, sandığından farklı noktalandı, evet hayal kırıklığı..
Neyse ne yani. Büyük ferahlık var.

Yaşam devam ediyorsa, çözüm bitmez.
Hala nefes alıyorsan, bir yerden bir başka kapı açılacaktır, evren boşlukları sevmez.
Sen kendini loopa alıp, aynı çemberin içinde dönüp durmayı seçiyorsan o başka.
Evren ona da karışmaz. 
Sana yeni kapılar açılıyor, görmüyorsun, geçmiyorsun, değişime direnç gösteriyorsun, sonra hayatı evreni suçluyorsun, ne güzel iş :))

Defter bittikçe kırtasiyeden yenisini alıverirsin.
Ona da başka bir hikaye yazarsın, belki bu sefer başka renk kalemle, ne olmuş. 




21 Şubat 2013 Perşembe

Kabul'de sihir var :)

Uzundur yazmamışım, ''akıyorsa yazacaksın, durduysa susacaksın'' derim hep. Durmuş ki yazmamışım.
Buraya yazmaya başlayan insan değilim artık; her gün değişiyorum çünkü.
Şimdi eski bir yazımı okudum, ne kadar faşistmişim o zaman mesela. Sonra dönüştü. Çünkü kabul ettim.
Faşizan düşüncelerim oldugunu kabul ettim, ettikten sonra kendiliğinden dönüştü.
Kabul etmek özgürlük sağlar çünkü.
Kendimi çok ilerici falan sanıyordum mesela, yazın kızın biri arkamızdan şrak diye '' Hiç bu kadar Beyaz Türk'ü bir arada görmemiştim '' diyene kadar.
Duydum, canım yandı bildiğin. ''Beyaz Türk'' kadar korkunç bir hakaret daha olamazdı bence.
Sonra oturdum, düşündüm, ''Beyaz Türk'' lüğü de kabul ettim, birazcık ''faşizan '' düşüncelerim oldugunu da.
Sonra kendiliğinden dönüşmüş.
Kabullenince her şey dönüşür.
''Sorun''u görünce her şey dönüşür.
Ol'anı olduğu gibi görmek yeter.
Dönüşüyor zaten.
İnsan kendine çok yalanlar söyleyen bir varlık, insan incinmekten deli gibi korkan bir varlık.
Ama kabulde ferahlık ve şifa var.
Çok ''Harry Potter '' tarzı bir ''şifa''dan bahsetmiyorum.
Om'lar çekerek yapılan derin meditasyonlardan bahsetmiyorum.
Hatta; çok fazla durugörü içeren deneyim ve çalışmaların ne kadar yanıltıcı olabileceğini gördüm zaman içerisinde.
İki Deniz'in ''olanı olduğu gibi kabul etme '' konusunda bana dokunan şifalı elleri var.
Biri; canım Reiki üstadım, canım dostum Deniz Bagan Özoğul, ki yolun başından beri beni ''ayagımın yere basması '' konusunda çok çok uyardı, güzel varlığı ile bana ışık oldu; önünde saygıyla eğiliyorum.

Diğeri; canım Nefes üstadım, canım dostum Deniz Sertbarut , ki tanıştığımız günden beri gözümdeki perdeleri kaldırmama, ayağımın yere basmasına, kabulde kalmama, olanı oldugu gibi görmeme sonsuz yardımı oldu, bana ışık oldu; önünde saygıyla eğiliyorum.

Can dostum, güzel kardeşim Gülüm'e ; geçen sene ben etrafım ''oradan buradan gelen enerjilerden korkan '' insanlarla dolu iken, bana '' Senin dünyasal tarafın olarak; seni acil uyarmak durumundayım, şunlardan kurtul, şu inanclardan kurtul, şu insanlardan kurtul, sen onlar gibi değilsin, onlar uyuşturucu gibi kullanıyorlar spiritüelliği bir an önce kendine merkezine ve bize dön ''
diyerek beni ayılttığı için çok teşekkür ediyorum ve güzel varlığının önünde saygıyla eğiliyorum.

İnsanın ayakları yere basarken, kendini seçmesi mümkün.
İnsanın haldır huldur ugraşarak çözemediği şeyleri sadece kabul ederek çözmesi mümkün.
Artık anladım, kalben anladım.

Namaste :)