Öncelikle, inandığım,bildiğim bir şey varsa ; o da şu hayatımızda ne yaşıyorsak, onu bizler yarattık.
Sevinçleri,üzüntüleri, ayrılıkları,birliktelikleri, orada ne varsa, alanda ne tezahür ediyorsa, bizler, bir boyutta, seçtik. Tabii her zaman böyle düşünmüyordum.Kendimi bir şeylerin kurbanı gibi hissetmek hoşuma gidiyordu.
Tüm yaratılarımı sahiplenmeyi- en azından yaratanın kendim olduğu gerçeğini teslim etmeyi- tabii ki pek çok sancılı,uzun dönüşümler sonrası öğrendim.Her neyse, bu başka bir alanın konusu sanırım.
Ayrılıklar hakkında yazmak istedim ilk.Nasıl olsa her şey ''ayrılık'' ile başlamıştı.
Aslında ''ayrı olan '' bir şey yok, ama ''ayrılık illuzyonu var '' buna da neyse :)
Bir şehirden, bir arkadaştan, aileden, bir sevgiliden, bir iş yerinden, bir okuldan ayrılmak, hep değişim ve yenilik vaad etse de; genelde sancılı bir süreci beraberinde getirir.
İlk hatırladığım ayrılık acısı, İlkokulda, okul değiştirmem sanırım. Baya üzülmüştüm ,2 ay kadar :)
Yeni okuluma alışıp mutlu olunca unuttum. Sonra ilkokuldan mezun olunca da üzüldüm çok.
Yeni bir okula gidiyordum, hazırlık sınıfı, bol bol renkli tebeşir, kukla oyuncaklar, rengarenk giyinen Alman öğretmenler, rengarenk resimli kitaplar, hiç gitmediğim anaokuluna geri dönmüşüm hissi hatırlıyorum bolca.
Hayatım boyunca hiç unutmayacağım muhteşem anıları yaşayacağım yerde olduğumu bilseydim de o günlerde o kadar sıkılırmıydım bilmiyorum. 7 senelik bir yolculuğa çıkmıştık ve çok ufaktık diğer sınıflar bizi kantinde, koridorlarda eziyorlardı. Civciv gibiydik. Lise son sınıflarla aynı ortamda komik görünüyorduk herhalde. Sonradan alışıp büyüyünce hiç de komik gelmedi, hayatın kendisiydi işte, futbol sahasında oynayan küçük sınıfları ''hadi len '' diye kovalayıp istop oynamak, ''çocuğu kantine göndermek '' vs..
11 yaşımla 18 yaşımı geçirdiğim bu yerle ilgili yazarım ben daha pek çok şey, ancak bugün sadece hala içimi-zi burkan ayrılık zamanını yazsam daha iyi.
5 lise son sınıfı vardı sanırım, iki fen-matematik, bir türkçe-matematik ,bir sosyal, bir yabancı dil.
Biz TM sınıfı olarak geçen sene karşılaştığımız matematik hocamızın sözleriyle '' çok başka, çok birbirine tutkun '' duk. Dolayısıyla okuldan ayrılma acısını da en çok biz abarttık, abartmalara doyamadık.
Son 3 hafta aralıksız ağlamıştık biz sınıfça. Elimizde videolar var, gerçekten biri ölmüş gibi ağlıyoruz. Kızlı erkekli.. Ağlamayan bir adam yok koca sınıfta, hocalara ders yaptırmıyoruz, ''ama ayrılacağız lütfen '' sürekli elele tutuşup şarkı söylüyoruz, birbirimize sarılıyoruz, kıpkırmızı burunlarımız ve gözlerimiz var. Arada biri goygoya başlıyor her zamanki gibi ''laylaylaylaayyyy '' diye okulu alt üst ederken en neşeli anda birbirimizle göz göze geliyoruz ve başlıyor dökülmeye yaşlar kollar birbirine uzanıyor.
Bizden ayrılırken pek çok öğretmenimiz de çok ağladı, hala da bizleri unutmamaları bu yüzden sanırım.
İlk çok büyük ayrılığım bu olmuştu, ''ben şimdi sabahları ne yapacağım '' diye ağlayan çocukluğumun güzel yüzüne bakıp cevap verememiştim, ama her birimiz sabahları yapacak bir şeyler bulduk elbet.
Üniversite'den, yaşadığım şehirden ayrılırken hiç üzülmemiştim de, ev arkadaşımdan ayrılırken biraz ağlamıştım.
İstifa ettiğim gün ağlamak ne kelime - fonda eye of the tiger çalıyordu sanki- inanılmaz güçlü, inanılmaz neşeli, inanılmaz ümitliydim.Yepyeni bir hayatın beni beklediğini biliyordum, öyle de oldu zaten, beklediğim şekilde değilse de.
Bir de insanlardan ayrılmak var ki.. Her seferi biraz zor oluyor.Her seferinde '' ben şimdi sabahları ne yapacağım ya '' diye isyan eden çocukluk arkadaşım gibi kalakalıyorum, her seferinde aldığım ya da alınmış karara uymaya çalışırken zor bir dönem geçiriyorum, her seferinde yeni bir şey,bir his, bir durum bir kavrayış, bir yara bazen bir şifa bazen alıp da çıkıyorum bu dönemden.
''Ayrılık aslında bir illuzyon, hiç bir şeyden ve hiç kimseden ayrılamayız '' noktasına tüm bu ayrılıklar, ve sonrasında yaşananlar taşıyor insanı.
Şimdi, oyunu, oyunun farkında olarak ve gülümseyerek oynuyorum.
Öyle işte.. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder