21 Aralık 2011 Çarşamba

21 Aralık 2011

21 Aralık.. Bu en uzun gecelerde, ne kadar uykum olursa olsun, hiç uyuyamıyorum.
Hep şafağını görüyorum bu gecenin, her sene ama.
İçimin bir yanı belki de bunu deneyimlemeyi seviyor, en uzun gecelerin bile, muhakkak sabaha varacağını.
Şafağın mutlaka sökeceğini..
Teoride bunu zaten biliyorum/uz. Biliyoruz. Fakat deneyimlerken, o nefesi almayı unuttuğun an, teorini de unutuyorsun zaten.
Şimdi artık yeni enerji zamanı, git gide, her gün biraz daha fazla, değişiyor. Ve evet, her gün biraz daha fazla akışta oluyoruz, ''gece''lere girdi isek şafağı izlememiz daha çabu oluyor.
Düşersek, daha çabuk kalkıyoruz yani.
Arayanların evrenleri ile aramayanların evrenleri farklı imiş.
Bu yazdıklarım çok az insanın yüreğine dokunabiliyor biliyorum, aynı dünyada, aynı şehirde ayrı evrenlerde yaşayabiliyor insanoğlu. Biri arar, biri aramaz. Biri ötesini merak etmiştir, biri etmez.
Aslında, bence, ikisi içinde hiç bir şey fark etmez. Hiç ama. İkisinin de yolu pekala.

21 Aralık ''arayanların '' daha çok fark ettikleri bir enerji ile kuşanmış bir gün.
Sanki bir amazon savaşçısı, dişi bir savaşçı, tüm kudreti ile karanlıkla savaşıyor, ve malum sonuç: savaş uzun sürse de, muzaffer ışık oluyor.

21 Mart'ta başlayan bir döngü, nihayetleniyor. O zamandan beri yaşananların dökümü yapılıyor, eleklere konuluyor şöyle bir çalkalanıyor, taş mı kaldı, attın attın, atamadın geçmiş olsun, seneye kısmetse.

Geçen sene bu akşam, Merve'yle çok eğlenmiştik, her tarafı gezmiştik, Galata kulesinde uzun uzun tefekküre dalmıştık, sohbet etmiştik, derinine dalmıştık, konuştuğumuz şeyler ne kadar farklıydı, bugün çok farklı.

Hayatlarımız inanılmaz değişti. Arnavutköy'de akıntı burnuna uzun bakmıştık, bırakmak istediklerimizi bırakmıştık boğazın en kuvvetli akıntısına, dileklerimizi salmıştık oradan evrenin göbeğine..

Nişantaşında, büyük ağacın önünde kocaman ''kalp '' önünde durup gülmüştük. Kalpte olmayı dilemiştik sanırım, olduk da sonrasında.

Bugün, hiç planımda yokken, yine atladık gittik, bir yerlere. Bu sefer Merve yoktu, çünkü artık ayrı şehirlerde yaşıyoruz :) O akşam Nişantaşında Pronovias'ın vitrinine bakmıştı Merve, planında da yoktu hiç Pronovias'la alakalı olmak fakat 7 ay sonra o hiç planda olmayan giysinin içindeydi, oynuyorduk düğünde :)

Hayat çok beklenmedik sürprizlerle dolu.
O gece de, bu gece yaptığım gibi oturup hesapları kapatmıştım.
O gece aklıma dahi gelmeyen, unutulmuş, dibe itilmiş, üstü örtülmüş ne çok hesabım varmış meğer, bu sene farkettim.
O gece aklıma dahi gelmeyen, ''imkansız '' diye düşündüğüm kimlerle barışmışım, kimlerle tanışmışım, ne ''işin bir de bu yanından bak '' ları öğrenmişim...

Hayatı planlayamıyoruz. Ama bırakabiliriz. Etekte taş mı var, bırak. Geçmişin hayaletleri mi var, bırak.
Kalpte düğüm mü var, bırak. Bırak çözülsün.
''Öteye '' geçmene engel zihin kalıpların mı var, alaycı entelektüelliğin mi var, ''bir daha asla üzülmeyeceğim '' diyen zırhların mı var, ''güvenli alanının '' dışına çıktığında çın çın öten seni tedirgin eden alarmların mı var..
Bırak..

Olmazları olduran da insan, onmazları onduran da.
Tutunduğu şeyin bir illuzyon olduğunu farkedince üzülen de insan, ondan özgürleşince kuş gibi rahatlayan da.
Kalbinin içine bir bakıverince, çoktan kapattğını sandığı bir hesabın, aslında orada gizlice hala kanadığını gören de insan, görüp şaşıran da.. o yarayı şifalandıran da insan.
''Çok cool '' görünen yanlarının, hatta memnun olduğu yanlarının, hatta başka insanlara '' awesome '' gelen yanlarının; sadece ''şifalandır beni '' diye bas bas bağıran bir yara olduğunu farkedince şapşallaşıveren de insan, senelerin ''tarzımı biliyosun '' kimliğinin sahte olduğunu görüverince, ''nasıl bırakılır ki şimdi bu '' diye düşünen, belki bırakırken bile biraz üzülen, ama bırakmaya başladıkça ferahlayan da aynı insan.

Dost meclisinde çok sevdiğimiz bir şarkı vardır; '' yok biiir sitemiiiim hayatta her şeyy kısssmet '' der güftesi.
Aslında, ben ''hayatta her şeyin bir seçim '' olduğuna inanmak ne kelime, biliyorum.
Bilincinle değilse, yüksek şuurunla, bilinçaltınla, bir şekilde seçiyorsun işte.
O yolu yürümedinse, yürümedin işte. Seçmemişsin.
Bu güzel gecede de;  kapanmayan çemberlerimi kapamaya, atamadığım yükleri de atmaya, yeniye adım atmaya, yeni enerjide iki ayağımla birden durmaya niyet ettim.

Bağcıyı dövmemeye :)









2 Aralık 2011 Cuma

İlişkilerde ''Zafer ''

Bazı ilişkilerde, ''zafer '' kadınındır. :)
Ortada sadece ve sadece ''ilişkinin yürümesi '' gibi normal bir şey vardır ve nedense bu ''ilişkinin yürümesi '' dünyanın en büyük savaşının kazanılmasıymışcasına gurur verir ''muzaffer '' kadına.
Çok enteresan.

Genelde gözlemlediğim bir şey var; biten ''aşk '' ilişkilerinden sonra, kadınlar şu cümleyi ve çeşitli varyasyonlarını çok kuruyorlar : '' ben ona değil emeğime üzülüyorum, ben kendi emeğime acıyorum ''

''Vermeyeydin o zaman o emeği '' demezler mi adama, diyorlar zaten herkes rahat olsun :)

Eril enerji ve dişil enerji nasıl çalışır, ikisinin arasında nasıl farklar vardır, aynı enerjinin iki ayrı kutbu aslında da; denge nasıl bozulur biraz bilmek lazım belki de.

Çok temel, çok basit bir prensip var bir kere : '' Eril enerji verir, dişil enerji alır ''

Bu en temel prensip çok örneklenebilir; çok geliştirilebilinir, ve bu unutulmaz ise o denge sağlanabilir.

Sonra ne ''vay benim emeklerim '' diye ağlayan kadınlar, ne ''vermeyeydin emeği bana ne '' diyen adamlar...

'' Bir gün adam olacak '' düşüncesi sakat, hem kadın için hem erkek için. Hiç kimse bir gün ''adam olmaz '' , senin karşı tarafla bir işin yok güzelim, tek ''adam olacak '' sensin yani. Heykeltraşlık güzel zenaat , bir insan için uygulanacaksa da, kendinden başkası üzerinde deneyen, eninde sonunda üzülür. Eninde sonunda.

Bir adam, kendi içsel dengesini oturtmuşsa; zaten '' emek verilsin kendine '' istemez. Sabır gösterilsin, anlayışla karşılaşsın , destek verilsin, yoldaş olunsun belki, ama ''emek verilsin '' de söylenmeyen altı çizilmeyen örtülü olan şeyleri istemez.

''parası yoktu ben verdim, kartları borç içindeydi ben ödedim, kılığı kıyafeti tam istediğim gibi değildi, ben rehberlik ettim; saçına yeni biçim verdirdim, oturmayı kalkmayı bilmezdi ben öğrettim, surat asa asa futbol izletmedim, sabahları kalkamazdı hep ben uyandırırdım, arkadaşları it kopuk idi ben açtım aralarını ''

asla emek değil benim gözümde de, enerjisel düzlemde de.

Sen o adamı istememişsin güzelim. Sen karşılaştığın bir insanın kendini nasıl ifade ettiğine, oluşuna saygı göstermemişsin sen onu kafandaki adama çevirmeye çalışmışsın. Kimbilir hangi dinamiklerle, ona ''tahammül etmişsin '' , ''kusurlarını '' düzeltmeye çabalamışsın, kendine dönüp bakacağına uğraşacak başka bir şey bulup onla oyalanmışsın, enerjini ona vermişsin, gücünü ona vermişsin, eh ancak ite kaka yürür böyle, yolun sonunda '' emeklerine ağlarken '' bulmuşsun kendini.

Sen baştan alma-verme dengesini bozmuşsun. Her insanın içinde iki kutup var. Herkesin içinde hem eril-hem dişil enerji var. Sen kendi içindeki dişil enerjiyi ezmiş, bastırmış, karşındakinin erilini ezmiş sindirmiş, içindeki eril ile karşındaki erkeğin dişiline oynamışsın.

Er geç bozulur o büyü.

Pek çok kız arkadaşıma senelerdir söylediğim bir cümle var, kendime de zaman zaman; '' sorun onda değil, sorun senin ona numaranı verdiğin anda ''

Dışarı ile olmamalı işimiz, daima kendimizle olmalı.
Herkesin yolu, seçimleri, hoşlandıkları, yönelimleri farklı.
Herkesin her seçimine saygım var.

Tıpkı bedenini tanıdığın gibi, hangi yemek midene dokunur, hangi çiçeğin tozu allerji yapar, hangi ortamın havası ciğerini tıkar bildiğin gibi, kendini tanımalısın.

Ruhuna ne iyi gelir, nasıl kadınlardan/erkeklerden hoşlanırsın, sana nasıl davranılsın istersin, daha kendi ayakları üzerinde duramayan, attığı adımı güvenle yere basamayan birini mi istersin başka türlüsünü mü ?

Telefon numaralarımızı ona göre verirsek, sanırım hiç birimiz sıkıntı çekmeyiz.

''Yalnız '' kalmamak adına, var oluşuna saygısızlık ederek birini yanımızda tutmaya zorlamayız belki.
''Ego''muzun sesiyle hareket edip '' inat ettim ulan ya sevecek beni ya sevecek '' demeyiz belki.

İlişkilerin doğasına, insanları karşılaştıran mucizevi güce, hayatın çok yönlülüğüne saygı duyup her karşılaşmayı '' benim olacak fıstık, binicem üstüne vurucam kırbacı '' modunda değerlendirmeyiz belki de.

Bazı karşılaşmalar karmiktir, bazıları kısa süreli, bazıları uzun süreli. Gelen her insan, kadın olsun erkek olsun, bize bir armağan vermek ve bizden bir armağan almak için hayatımıza gelmiştir.

'' mutlak zafer''lerimize  nesne olmak üzere değil.

O ''mutlak zafer '' hırsının uzun vadede, kimseye yaradığını görmedim daha.
Önce kendin.
Önce sen.
Önce kendi içsel dengen.
Önce kendi içsel barışın.
Önce ''kendi problemlerini çözebilme yetisi ''

Dışarısı o zaman hallolur zaten. Dışarısı içinin yansıması. Dışarısı hep içinin aynası.

''Sevgi '' den başka bir niyet ve amaç ile yola çıktığımız her sefer, ilk benzinlikte lastik şişirir, ikincisinde rot balans ayarı yaptırır, üçüncüsünde yolda kalırız zaten.

Sevgi ile yazdım,
önce kendime şifa ol'sun ! :)