19 Aralık 2012 Çarşamba

2012 Biterken

Bir yıl daha bitiyor, bitti sayılır.
Yılın en karanlık, en sihirli ayındayız; ışık gitgide azalırken, hava soğumuş, toprak verimsizleşmiş,
uzun geceler evlere hapsolmuşken insanlar, en eski zamanlarda, hep içlerine dönmüşler bu ayda.
Hep en karanlık günlere ışık getirmek için ''ışıklı bayramlar '' yaratmışlar.
Şimdi, geceler ne kadar uzun olursa olsun elektriğimiz var, ışıklı caddelerimiz, cafelerimiz, barlarımız alışveriş merkezlerimiz falan.
Ama yine de o kadim bilgi içimize işlemiş, 24 saat yaşayan şehirlerde, ışıl ışıl vitrinlerin içinde yaşasak, internetimiz, televizyonumuz, akıllı telefonlarımız sayesinde sürekli bir yerlerle iletişim içinde olsak bile,
Aralık; içe dönüş ayıdır.
Yüzüne meydanlara kurulmuş koskocaman ağacın ışıkları vursa bile, sen o esnada illa bir muhasebe içindesin.
Bir döngü daha tamamlanıyor, dünya ve doğa bir çemberi kapatıyor, sen de kapatıyorsun çünkü sen de o döngünün hem aynası, hem parçasısın.
Bu seneye özel 21 Aralık goygoyunu saymazsak, 21 Aralık hep çok özel bir gün, çünkü kadim çağlardan beri içimize işlemiş bilgisi var; o günden sonra, ışık tekrar yükselmeye başlayacak.
Karanlığın dibini göreceğiz, ve yine dnamıza kadar işlemiş kadim bir bilgi ki; en dibi gördüğümüz an, yükselmeye başlarız.

Güneş, hayattır. Hayatın devamlılığıdır, toprağın bereketidir, bedenimizin ihtiyacıdır. Gözümüzün algılayışıdır. Işık o yüzden önemli.

İnsan alışan, öğrenen, değişen, dönüşen bir varlık. Girdiğimiz her döngüde bir şeyler deneyimliyoruz, deneyimlerimiz, ilişkilerimiz bize bir şeyler öğretiyor, simya gibi, farklı bir insan olarak çıkıyoruz biten döngünün içinden.

İnsanın ''sabit '' bir varlık oldugu, ''ego''nun illuzyonu, kendini kalıplara sokarak anlama çabası. Çünkü anladığın şey sana zarar vermez artık. Ve insan, en başta kendini anlayamıyor, ''ego'' da ona ''sahte kimlikler ''i dayatıyor, ''sen busun'' diyor.

Oysa herkes her şeyi yapar. Biri cinayet işleyebiliyorsa, hepimiz işleyebiliriz. Biri çalabiliyorsa hepimiz çalabiliriz. Hep çok ''çirkef '' zannederken kendimizi bir bakmışız kuzu gibi olmuşuz, süt dökmüş kedilerdeyiz.
Hep çok ''hanımefendi, beyefendi '' olmuşuz diyelim, bir bakmışız, '' bana bu yapılır mıydı laan '' diye kapı, araba vs tekmeliyoruz.
''Asla yapmam '' dediğimiz her şeyi yapabiliriz, genelde yapıyoruz da.
O yüzden ben artık hiç bir şeye ''asla yapmam '' dememeyi öğrendim gibi.

Herkes gibi, ben de Aralık ayının kadim enerjisi içinde, kendime döndüğümde, uzun yürüdüğümde, uzun denize baktığımda, kendimle başbaşa öylece oturduğumda, '' bu yıl ne öğrendim, ne yaşadım'' ın muhasebesini yapıyorum.
Ben bu yıl, yorularak da olsa, zorlanarak da olsa, çok şey öğrendim.
Öncelikle '' herkes her şeyi yapar ''ı iyice idrak ettim, sonra ''aşk '' gerçek de olsa, sahte de olsa, bir simya hali onu öğrendim.
Enerjin, gücün kendi merkezinde kalmadığı zaman, gidip kaza da yapıyorsun, upuzun saçların omzunda ve yanmış aynaya bakakalıyorsun, bir şey ''doğru gitmiyorsa '' bedenin biliyor, işaretini veriyor, olmaman gereken bir yerdeysen midene kramplar giriyor, yüzünün gözünün feri soluyor, çirkinleşiyorsun.

Tekrar kendi merkezine, hayatına döndüğünde, dışarıya oluk oluk akıttığın gücüne sahip çıktığında duraklamış olan hayat yeniden akmaya başlıyor.

Bir şey senin yoluna çıkacaksa, Fizan'da olsa geliyor. Merve'nin deyimiyle '' kısmetinse evde otursan kapını çalıp geliyor '', kalbe şifa olacak olan varsa yoluna çıkıyor, kalbe zehir olacak olan varsa o da yoluna çıkıyor.

Yaşamı kontrol edemeyiz, hiç bir şey bilmiyoruz aslında, ne varsa kontrole dahil, hepsi spekulasyon, ne varsa manipulasyona dair, eninde sonunda başarısızlık.

Işıklara bakıyorum, süslere bakıyorum, sıcak çikolata içiyorum, her sene ne yapıyorsam onu yapıyorum, yine de aynı insan değilim, değişiyorum işte.

2012 zor bir yıl oldu benim için, ateşten çemberlerin içinden geçerek öğrendim bir çok şeyi, bir şekilde mutlu başlamıştım, mutlu da bitiriyorum. Aradaki sancıların hiç önemi yok, belki onları yaşamasaydım bugün oldugum insan olamayacaktım, bugün olduğum yerde olamayacaktım.

Mutlu kapanışlar dilerim :)





17 Ekim 2012 Çarşamba

Bin Nasihat

Benim doğam, bilen bilir; mutlu olmak üzerine kurulu.
Yani, yaradılışım öyle, sabah kalkıp güneşi, yağmuru, karı, neyse o an doğada olan, gördüğümde; mutlu oluyorum.
Çok eski bir dostum bir gün demişti ki bana ; ''seni niye çok seviyorum biliyor musun, sabah uyanıp pencereden bakıp mutlu oldugun için, kahvaltıda tarla domatesi yediğin zaman sevindiğin için, bir bardak çaya   
oh ne güzelmiş diye coştuğun için ''
Henüz 22 yaşında falandık.
Ben, bilinçle hiç farketmemiştim eğilimimin bu oldugunu.
Neşeliyimdir, gerçekten ama gerçekten çimenlerin yeşili, yaprakların sarısı, yağan karın güzelliği, içtiğim kahvenin tadı, temiz çarşaflar, suyun içinden giden balıklar, yosunlardan sonra beliren kum, denizden yansıyan ay ışığı falan beni mutlu ediyor. İstemsizce yani.

Fakat Pollyanna'dan bayilik almış değilim, benim de enerjim düşüyor ben de bazen tad alamaz oluyorum - travmatik bir olay atlatırken- 
Ki bir krizin göbeğinde ''çıtıçıt çıtıçıt çaya oynamaya devam etmek pek sağlıklı olmaz sanırım :)

Düz mantık bana der ki : '' mutsuzsan orada durmayacaksın, içinden gelmiyorsa ağzını açmayacaksın, akmıyorsa yazmayacaksın, dokunuyorsa yemeyeceksin ''

 Yine hem düz mantık, hem enerjinin doğası bana öğretmiştir ki; '' Bir şey ters gidiyorsa ısrar etmeyeceksin, bir mekana her gittiğinde tartışma çıkıyorsa oraya gitmeyivereceksin, bir meclisin sohbeti  seni sıkıyorsa dahil olmayacaksın, yanında karnına kramplar giren bir sevgiliyle, ne kadar sevsen de, yola devam etmeyeceksin ''

Bir süre önce biraz direndim. Akıntıya karşı kürek çektim. İçimin ''yapma '' dediği ne varsa yaptım.
Canımın istemediği şeylerde '' mecbur  olduğum '' illuzyonuna kapılarak  ısrar ettim.
Ve melankoli. :)

Yaşam enerjim oluk oluk sağa sola saçıldı, gücümü dışarıya, başkalarına verdim, kendimi merkezimde, dengemde, normal doğamda tutamadım.

Sorunu farkettiysen, çözüm kolay. Çözüm gelir bir yerden. Çokça düşünerek, kafa patlatarak bulamadığın çözüm, '' tamam sorun budur '' dedikten ve '' ee ne yapalım durum bu '' dedikten sonra , yani enerjiyi sıkıştığı yerden serbest bıraktından sonra geliverir. Bazen en ummadığın yerden, en ummadığın şekilde.

Her şey ve herkes aslına rücu eder.
Ben de aslıma rücu ettiğim için çok müteşekkirim Yaradana, varoluşa, tüm ihtişamıyla doğanın tüm ifadelerine, en çok kendime. 

Tuttuğum ipleri bir bırakınca, meğer hayat ırmağı beni ne güzel bir yere taşımaya çalışıyormuş onu gördüm.

Bin şükür, bin nasihat almaktan iyi oldu olan her şey :)






20 Eylül 2012 Perşembe

Herkese ve her şeye evet, kendime de !

Yavaş yavaş '' Varolan her şeye %100 EVET '' demeyi öğreniyorum.
Şeyleri, insanları, olayları, durumları oldukları gibi görmeye,kabul etmeye, herkesi ve her şeyi kendi varoluşunun doğasına bırakmaya en azından samimiyetle niyetliyim.
''Değişirsen daha iyi olur '' tavrının ne kadar hadsizce olduğunun farkındayım, zaman zaman bu hadsizliği çok yaptım :)
Şimdi, bugüne dek değiştirmeye çalıştığım herkes ve her şeyden özür diliyor, hepsinin güzel varlıklarının önünde saygıyla eğiliyorum.
Olan oldugu gibidir, ve oldugu gibi, o haliyle güzeldir.
Başta kendimizi zorlamanın bir alemi yok. 
-meliyim, -malıyım dayatmaları insanın üzerine inanılmaz bir yük bindiriyor.
Bir süre hiç bir şeyi - meli ya da - malı değilim, kendime o özgürlüğü veriyorum.
Kendime paşa gönlümün istediği kadar ''kafa izni '' verdim. 
O an ne istiyorsam o, kahve içiyorsam kahve, su içiyorsam su.
Paşa gönlüme biat ediyorum, kendimi seçiyorum bir kez  daha :)

7 Haziran 2012 Perşembe

Şükür

Uzundur yazmadım, yazacak çok şey oldugu halde yazmadım hem de..
Hep söylediğim gibi, akıyorsa yazacaksın, duruyorsa susacaksın.
Yazacak çok şey vardı, ama ben dört bir yandan deneyimi kucaklamış akıp giderken, üzerinde düşünmeye, yazmaya, analiz etmeye fırsatım olmadı.
Bazen, sadece kaybolup gitmek istersin. Öyle olmuş demek ki.
Yaşadığım altı güzel aydan aklımda kalan, bir ''olmaya devlet cihanda yarin yanağı gibi '' bir de
en güzel deneyimler bile olaylar evrenine dalınca, kendi merkezinde kalmayınca, ''Biz '' olmaya çabalarken ''Ben''i unutunca insanı dağıtıyor.
Şimdi, kendi merkezime döndüm çok şükür.
Kendimi seçtim çok şükür.
O olan Allah'a verdiği ve vermediği her şey için çok müteşekkirim.
Hamd olsun.

14 Şubat 2012 Salı

Sevgililer Günü

Sevgililer günüydü dün. Bildiğiniz, Aziz Valentine hikayesi, yani paskalyayı şu coşkuyla kutlasak neler diyecek insanlar bugünü coşkuyla kutladılar yine :) Ben karşı değilim zaten, paskalya olsun, noel olsun, yahudi yeni yılı olsun, pagan bayramları olsun, Kadir gecesi olsun hepsini ayrı bir coşku ve sevinçle kutlayan biriyim ben, Aziz Valentine ile şahsi bir husumetim yok, kutlarım, kutladım da :)

Aşk çok güzel bir şey. Dün yakın bir dostuma bir yol arkadaşıma söylediğim gibi '' Olmaya devlet cihanda, yarin yanağı gibi. Olmaya devlet cihanda bir insanın kalbinin senin kalbine akması gibi ''
İster kankalarınla on saat king oyna, ister reinada Guti Hernandez'le viski iç, ister çok yakın bir dostunla derin muhabbetlerde akıt enerjini birbirine,sevecenlikle.. yine de ''olmaya devlet cihanda yarin kalbinin avucunda atması gibi ''

Aşk çok güzel. Gerçekten. Aşk büyük reformist, aşk bir devrimci, aşk dönüştürücü, aşk bazen dirençlerini kırarken seni de ezip büküyor, bazen kalbinin kilitlerini zorlarken o güçlü enerjisiyle kalbine dikenli telleri dolayıp sıkıp kanatıyor, aşk gözü kara olanları tüm bu sınavlara katlananları seviyor.

Ararsan bulamazsın, en aramadığın yerde ve zamanda karşına çıkıverir aşk. Defans oyuncusunun kafa golu gibidir aşk, orda şık hareketleri ile tüm umutlarını bağladığın forvet dururken; gösterişsiz yaldızsız stoperin
karambolde kafasını topa uzatıverir, al sana doksanda ağlarda. :)

Ancak, gerçekten pür bir aşk yaşamak isteyen insan; önce kendine aşık olacak.
Kendini derinden sevmeyi göze alamayan, hiç kimseyi derinden sevemez.
Kendine derinden, tüm kusurlarıyla tam bir kabul veremeyen, başkasına hiç veremez.

İlişki yaşar, aşık da maşuk da olamaz.
Kendine yar olamayandan başkasına hayır gelmez yani :)

Bu sabah, çok ama çok erken uyandım. Uzun bir banyo yaptım, kokulu yaglarla tuzlarla onurlandırdım bedenimi. Niyeyse içimden geldi. Işıltılı kremlerim vardır benim, her şeyde simi çok severim zaten, onu kullandım çıkınca. Hava yaz değil bir şey değil, olsun, ışıltıyı kimse görsün diye istemiyorum ki ışıldadığımı ben bileyim yeter.
Ben zaten şu şeyi hiç anlamıyorum; geçen gün tırnaklarıma oje sürüyorlar karşımda da bir kadın manikür-pedikür yaptırıyor. Ayaklarına oje istemedi. Neymiş, kış mevsiminde açık ayakkabı giymiyormuş, kimse de görmüyormuş ne gerek varmış. Hani hiç sevmese sürmem ben hiç dese çok pekala da, sadece birilerinin göreceği mevsim ve zamanlarda tercih etmesi üzdü beni, lafa karıştım densizce '' neden sadece kendiniz bakınca mutlu olmak için sürdürmüyorsunuz ki, ben ayaklarıma sürekli güzel bakarım, çünkü bütün gün beni taşıyorlar, dünyayla bağlantımı sağlıyorlar, arabamı kullanıyorlar, sevildiklerini hissetsinler istiyorum '' dedim;
kadın bana deliymişim gibi baktı.
Neyse işte, sırf kendin için yapmak lazım bazı şeyleri. Bence yani. Ben hiç manikur yaptırmadım, çok gençken bir kuaför ''hiç ihtiyacın yok sakın yaptırma '' demişti, yaptırmadım da, sadece törpületirim, kendim süremediğim stilde oje sürdürürüm, yoksa kendi ojemi kendim de sürebiliyorum zaten :)
Ne zaman bu iş için otursam o koltuğa, tırnaklarıma, maniküre hiç ihtiyacım olmamasına, ellerime iltifat ederler, çok basit prensip, çünkü ben kendi ellerime gün içinde ne zaman baksam iltifatla bakarım, çok severim çok beğenirim zaten de sırf beğeni de değil.. O eller beni yaşatıyor, hayata bağlıyor, yazıyor, okuyor, yemek pişiriyor, temizlik yapıyor, imza atıyor, şifa o ellerden akıyor, o elleri açıp dua ediyorum, o elleri birleştirip ''namaste '' pozisyonuna geçiyorum, avcumun içinden şifanın tertemiz billur akışını hissediyorum dokunduğum şeyleri güzelleştiriyorum, ayrıca yüzükler de çok yakışıyor o da bonusu olsun :)

Bu sabah törpümü kendim yapmadım ojemi kendim sürmedim, sevgililer gününde biricik sevgilimi, yani kendimi, ellerimi şımartmak istedim, gittim başkası ilgilendi.
Sonra dolaşmaya çıktım, bir sevgiliye ne hediye edilirse kendime onu hediye ettim, Sephorada makyaj yaptım, kahvemi içerken, kardeşim geldi.  Her şey çok kolaylıkla aktı bugün, her şey neşeyle.
Sırrı sanırım o aşkı kendine duymak önce. Hayatında bir sevgili olmadığı gün, senden uzak durduğu gün, soğuk durduğu gün yine de kendini sevmekten vazgeçmemekte, gülüşünü sadece ''Leyla'' yı özel bilip ona saklamamakta, kahve satıcılarıyla, kitapçıda aynı kitaba uzandığın kızla, annesinin kucagında ağlayarak debelenen çocukla, manikürcüde ''nazar büyü dinimiz '' içerikli ''kurban psikolojisi '' içindeki İstanbul Türkçesi konuşamayan kadınla, kendine ''lightsaber '' arayan kardeşinle de paylaşmakta. Ahmet İnam hocamızın dediği gibi ''Tüm dünyayı düşman belleyip yalnızca Leyla'yı sevmek değil, Leyla'da bütün insanlığı sevmekte ''

Benim biricik Leyla'm kendim öncelikle, diğer Leyla'lar hep ayna, ben sen de yok ki aramızda, ben kendime uzaklaştığım zaman bana uzak Leyla gelir, ben kendimi hırpaladığım zaman beni hırpalayan Leyla, ben kendime tüm kusurlarıma rağmen bayıldığımda, tüm kusurlarıma rağmen bana bayılan Leyla.

Ben/sen yok, Leyla sen, sen Leyla'sın zaten.

Sevgililer günümüz kutlu ol'sun cümleten, beni seni var mı, aynı ağacın farklı titreşen yaprakları değil miyiz zaten ?

23 Ocak 2012 Pazartesi

Biriktirmek, Bırakmak

Bazı insanlar çok biriktirir.
Bazıları hiç biriktirmez, hediye paketlerini hemen çöpe gönderir, okuduğu kitabı elden çıkarıverir.
Ben ikisinin ortasındayım sanırım.
Kendime de, eşe dosta da sık söylediğim bir şey vardır '' dağınık çekmece, dağınık kafa demektir.Çekmeceleri toplayıver ''
Eşyalar, çekmecelerin içleri, dolaplar, duvarlar çok dolu ise, enerji sıkışır. Daha doğrusu, sizin ''sıkışmış, durağanlaşmış, daha fazlasını almaya yer bırakmadığınız '' enerjiniz maddeleşir de çekmece dolap içlerinde karşınıza cisim olarak görünür.

Lisans eğitimim başka bir şehirdeydi, Bursa'da. Bir gün mezun olmaya karar verdim, bir ''insan '' gibi düşününce çok ''imkansız '' geliyordu çook dersim vardı birikmiş, hem de en zorları kalmıştı.
İstanbul'da evde otururken bir gün karar verdim, çok ani bir parlayıştı hiç unutmam, senelerdir başka bir evim olduğu için benim dolabım ardiyeye dönüşmüştü, ''burada bana yer yok ki geri dönebileyim '' diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum, ani bir kararlılıkla odamdaki fazla eşyaları toparlayıp atmıştım, ''kendime alan açıyorum '' düşüncesiyle. O zamanlar daha bu ''ruhsal işlerin '' derininde falan da değildim, herkeste olduğu gibi özümde kayıtlı olan evrensel bilgim açığa çıkıvermişti.
Hikayenin sonunu tahmin edersiniz, kendime yer açtıktan bir kaç ay sonra mezun oldum ve geri döndüm.

Bu son günlerde yine battı bana ''birikmişlik '' Bizim evde çok ama çok kitap vardır, evdeki herkes bir şekilde ''kalem, kitap, defter'' nesneleriyle çok uğraştığından, herkes bir şekilde yazı-çiziyle uğraşageldiğinden, dosyalar, defterler dolap içlerinde durur.
Geçenlerde Değiştirmek yazısında anlattığım gibi, her şeyi değiştirmeye başladım, yine şifreler, arayüzler, fotoğraflar, kullandığım parfum vs.. Değişiklikte ferahlık vardır, buna yürekten inanır ve bilirim.
Sırf değişiklik olsun diye gittim saçlarımı kestirdim, bir 5 cm kadar. Saç da ''hafıza''dır aslında, anıları, geçmişi tutar biraz. Ondandır biraz da kadınların sevgililerinden ayrıldıklarında kuaförlere koşması :)
Daha sonra kozmetik malzemelerime bir baktım, o kadar çok ve dağınıklardı ki..Kullanılmayan on çeşit krem, kullanılmayan yirmi ruj gereksiz fazlalıktır aslında, sık kullandıklarımı, kullanmayı düşündüklerimi düzenledim, kalanını attım gitti.
Sonra dolaplara çekmecelere bir baktım, ''kitap atılmaz '' ''kitap kutsaldır '' ''kitap en yakın arkadaşımızdır '' gibi alt kayıtlarım vardır, o yüzden çok biriken kitapları geçen sene bir üniversitenin kütüphanesine bağışlayacaktım, çok fazla angarya çıkardılar vazgeçtim. Kendi lisemin kütüphanesine götürsem diye düşünmüştüm, o da ertelenip duruyordu. Atıverdim. Gideceği yer varsa bulur diye düşündüm, güzelce paketledim, attım gereksiz bulduklarımı, çok eskimiş olanları. Attıkça ferahladım, her şeyi yeniden düzenledikçe kafamın içini de yeniden düzenledim.

Yıllardır hiç ilgilenmediğim, oturup üzerinde çalışmadığım, hatta açık söylemek gerekirse çoktan ''bıraktığım '' enerji sistemlerinin kitapçıklarını, notlarını, sertifikalarını buldum, saklanmışlar bir yerde :)
Yırttım, attım, yırttım attım çok ferahladım tabii.
Bana artık hizmet etmeyen şeylere benim hala hizmet etmem, bir şekilde enerji akıtmam uygun değildi artık.

Bir an düşündüm, ''Reiki üstadım Deniz'in sözünü zamanında dinleyip de diğer enerjilerle oynamasaydım da olurmuş baksana hepsini yırttım attım '' diye, ama hemen fark ettim ki, hepsinin bana bir hizmeti oldu, bazen bir şeye ihtiyacımız olmadığını fark etmek için o şeyi kullanmamız gerekir. :)

Şimdi çekmeceler boş, raflar rahatladı, ben de rahatladım.
Önce ezberlerimi bozmuştum.
Sonra yeni ezberler edinmiştim.
Sonra yeni ezberleri de bırakmıştım.
Sonra yaşamı kucakladım, deneyimlerimden çalışmalarımdan süzdüğüm o ''an da kal, hayat o zaman hayat, kaza varsa rıza ver, aşk varsa meşk et '' bilgisini pratiğe geçirdim, pratiğe geçirince dünyam bir kez daha yerinden oynadı  insanın sabit bir varlık olmadığını, bir kez daha deneyimleyerek farkettim ve bu fark edişler bana '' bırak '' dedi.
Fiziken de bırak.
Saçlarının ucunu bırak, kitaplarını bırak, kullanmadığın yarım yarım kalmış losyonları bırak, bırak ojenin rengi değişsin, bırak..

Bıraktım, şimdi çok daha rahatım :)

İkibinoniki

Bugünlerde sık sık şunu söylerken yakalıyorum kendimi, ''bunlar çok sihirli günler ''
Nedendir bilmem, 2012 çok hızlı bir enerjiyle beraber geldi.
Artık düşüncelerimizin maddeye tazahür etmesi çok ama çok hızlandı, enerjiyi hareket ettirme, salıverme, şifalanma süreçleri çok hızlandı ve yaşamın sunduğu sürprizler çok arttı.
Ki ben, hiç bir zaman '' 2012 geliyor o la laa '' insanlarından olmamışımdır. Bence çok da enteresan şeyler olmayacak zaten, hep böyle sezdim, ama o süptil ince değişimler arttı, artacak.

Daha önceleri çok daha uzun zamanlar isteyen değişimler şimdi bir günde, bir saatte, bir an'da oluveriyor.
Nasıl oluverdiğini neden oluverdiğini ben de teknik olarak anlatamam ama oluveriyor işte, en azından ben, kendimi daha sık sobeliyorum, sobelediğim anda o düşünceye o kalıba tutunmazsam bırakıyorum akıp gidiyor.

Çok iyi bildiğim bazı prensipleri var evrenin, mesela ''frekans frekansı çeker''. Benzer benzeri çeker yani.
Bu eskisinden daha hızlı işliyor bu aralar.
Geçenlerde kendimi öyle bir masada buldum ki, daha önceden tanımadığım iki insan ve bir dostum vardı, diğerlerini de tanıyormuş gibiydim. Hatta bunca yıl nasıl tanışmamış olduğumuza çok şaşırdık.

Daha sonraki günlerden birinde yine kendimi öyle bir masada buldum ki, yine benzer şaşkınlıklar.

Mesela ''evren boşlukları sevmez ''  eskiden de bir alan açtığımızda yerine yenisi hemen doluveriyordu, tüm boşluklara nufuz eden bir su gibi boşluklar doluveriyordu şimdilerde bu da hızlandı.

''Evren ne istediğinize aldırmaz, almayı kabul ediyorsanız size verir onu ''  evet bu da çok hızlandı, hani aklımızdan geçen, bilinçaltımızdan yayılan, ağzımızdan saçma sapan şekilde dökülen şeyler hızla gerçeğe dönüşüp karşımıza dikilmeye başladılar.

Nedendir bilmiyorum ama bugünler çok hızlı günler. Bu günler çok sihirli günler.
Sürekli bir destek var evrenden '' salıver, bırak, değiştir, dönüştür '' diye.
Sanki bir de sadelik var, sadeleşme var.
Yalının içindeki güzellik var, yaşamın içindeki güzellik.
Nedense ben, bir kez daha ''yeniden doğmuş '' gibi hissediyorum.
Bakıyorum, yaşıyorum, kahvemin tadı güzel, güneş varsa o güzel, kar yağıyorsa o.

Hepimizin en yüce hayrına ol'sun ! :)