23 Mayıs 2011 Pazartesi

Kavanoz vs Nehir

Yazmak istediğim, haftalardır çalıştığım konuyu düşününce gözümün önüne, biraz saçma bir görüntü geliyor.
Coşkuyla,kuvvetle çağlayan koskoca bir şelale ve devamında debisi yüksek nehir, nehirin kenarında oturmuş elindeki bir kavanozu suya tutan bir insan.
Kavanoz sanki bizim dünyevi,insani,zihne ait sınırlamalarımız, su sanki aslımız.
Biz aslında çok büyük bir nehirken, '' bir kavanozcuk bana yeter '' diye rahmetin sadece '' ufak bir kısmını '' almaya niyetleniyoruz, bunun için direniyoruz, zorlanıyoruz hatta.
Çünkü koskoca bir nehrin akışına bu kollarımızla ve cam bir kavanozla direnmek zordur.
O su o kavanozu er geç parçalar, o kollar er geç yorulur.
Tuhaf bir örnek oldugunu biliyorum ama bilinçle kavranan bir şeyi aklın kelimeleri ile anlatmaya çalışmak çok kolay değil.
''Kimliği bırakmak '' konusuna çalışıyorum hani, aslında kavanozu bırakmak da diyebilirim kendimce.
İnsanın, sandığından çok öte bir varlık oldugunu, meydan okumaların en kuvvetlisini yaparak,
oldugundan daha az bir şey rolu oynadığını farkedeli çok oldu.
Seviyoruz bu oyunu.
Belirlediğimiz, çizdiğimiz sınırlar var.. Hani sanki uçsuz bucaksız bir arazide, ufacık derme çatma bir klube yapmışız, klubenin bahçe sınırlarını dar tutmuşuz, ekebileceğimiz ağaç sayısı sınırsızken, bir kaç fidan dikivermişiz, onları büyütmeye çalışıyoruz gibi.
O daracık bahçemizin çitlerini boyamaya,cilalamaya, ''idare eder '' hale getirmeye çalışıyoruz sanki.
Oysa çitleri yıkıversek, zaten tahtası kurtlanmıştı artık.
İçten içe tahtakuruları yiyorlar çitleri..
Üstüne kat kat boya çeksek de, bir süre sonra ''idare etmez hale '' gelecek nasıl olsa..

Nasıl olacak bilmiyorum, bunun pratiği, ritüeli, ıvırı zıvırı yok sanırım.
Varsa da ben bilmiyorum.
Bana tek düşen, durumu, algıladıklarımı kabul edip, nefes almak.
Buna nefes alacağım işte.
Nefesimle, hayatıma can vereceğim.

''Evrene sipariş vermek '' diye bir konu vardı, bir kaç sene önce ''Secret '' furyasında çok konuşulmuştu hani.
Tecrube ettim ki, evrene sipariş verdiğin zaman, muhakkak cevabı geliyor.
Fakat evrene sipariş vermek, marangoza yeni bir masa sipariş etmekten biraz farklı işliyor.
''şurası şöyle olsun, burası böyle olsun şu kenarı 80 cm bu kenarı 140 cm ,ağacı maun vs '' gibi ölçüleri evren
'' seni kontrol manyağı, ben marangoz değilim, ne gerekiyorsa o olacak, ne formda tezahür etmesi lazımsa o formda tezahür edecek '' diye yanıtlıyor.

Özellikle son bir kaç senedir '' yeni enerji '' nin dünyaya daha çok daha çok inişi ile beraber bu böyle.

Mesela bolluk sorununu aşmak isteyen ve bunun niyetini evrene yayan bir insan ertesi gün işsiz kalabilir.
Olası ki o iş, onun bolluga açılmasını engelleyen bir tıpadır.
Bunu çok boyutlu özümüz bilir, insan vechemiz bilmez.
'' Şansımı bahtımı öpeyim '' der, sinirlenir üzülür geçer.

Bazen çok büyük cesaretle, oturur '' beslenme-besleme ihtiva eden tüm ilişkilerimi salıveriyorum, artık bana hizmet etmeyen tüm kontratlarımı iptal ediyorum '' dersin..
Bir bakarsın ki, aslında ''öyle olmadığını düşündüğün ilişkiler '' dağılıyor çözülüyor,
''öff bee sıktı bu artık '' dediğin ilişkiler kuvvetleniyor.

Bir bakarsın senelerdir '' çok seviyorum, çok sevdim, çok çok çok.. '' diye tanımladığın bir şey, bir nesne, bir insan, bir ilişki aslında ''öyle değilmiş '' işte..

Bir bakarsın içinin cesur sandığın yanları korkakmış, garantici sandığın yanları cesur.
İnsan her tarafı ışıl ışıl çok kesimli bir elmas gibi.
Bir façetasına bakarak karar veremezsin.
Kendini bir kavanoza sığdıramazsın.

Bir kavanozluk hacmimiz yok, evren de iş bilir bir marangoz değil, siparişle resim çizen bir ressam değil, Picasso gibi bir dahi !!!

''Belimi daha ince çiz, burnumu daha düzgün '' derken, '' gözler ağzında kulaklar ensende '' bir resim bulmak işten değil karşında, ama geleni zerafetle kabullenmek ve çok boyutlu varlığının bir yerlerde yaptığı en yüce seçimlerin sonucu oldugunu bilmek lazım.

İşte öyle bir şeyler...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Paşa Gönül

Çok özet aslında, ''paşa gönlümüz her şeyi bilir ''.
Onun yönlendirmesi ile yaptığımız hiç bir eylem, hayırsızlıkla sonuçlanmaz.
Sesini iyi dinlemek gerekiyor sadece.
Çünkü havada çok ses var.
Toplumsal hipnozdan, kalıplardan, egodan, zihinden gelen sesler.
Zihinin sadece, çeşitli motor becerilerimizde, bedeni yönetmek için tasarlanmış bir yapı olduguna; aslında
asıl bilgeliğin kalplerimizde yattığına inanalı çok oldu.

İçinde hırs ihtiva eden, korku ihtiva eden, güvence arayan her düşünce zihinden gelmekte bence.
Ya da toplumsal hipnozdan.
Kaç kişi nefret ettiği işlerde çalışıyor, kaç kişi nefret ettiği yemekleri yiyerek besleniyor, kaç kişi nefret noktasına yaklaştığı insanlarla beraber uyanıyor, kaç kişi aslında arzu etmediği ortamlarda, yerlerde, oluşlarda bulunuyor ?

Canın istemediği halde, canının istemediği yerlerde eylemlerde bulunuyorsan, '' hayat dikensiz gül dalı değil '' diyorsan, hem de mecbur olmadığın halde bunu yapıyorsan, kalbini dinlemiyorsun dostum.

Toplumsal hipnozun altındasın, birileri sana ''yap '' '' ol '' buyurduğu için yapıyorsun, birileri sana '' böyle olmalı '' dediği için ''öyle oluyorsun '', hani o sidik yarışı var ya, o statu savaşı.. Onun içindesin, kalbini dinlemiyorsun,
''hayat dikensiz gül dalı değil '' '' benim de kaderimde bu varmış '' diyerek boynunu büküp razı oluyorsun.
''Razı olmak '' hayatının eylemi.
Her gün aza razı oluyorsun. Dilediğinden az sevinmeye, dilediğinden az özgürlüğe, dilediğinden az saygıya, dilediğinden az kahkahaya, dilediğinden az göz yaşına, dilediğinden az sevgiye, dilediğinden az hazza.

''Razı olmak lazım '' diyor sana bir ses, ''hayat bu, hayat dikensiz gül dalı değil ''

En çok sevmen gereken insanı, aynadaki en yakın dostunu sevmiyorsun, aşağılıyorsun, '' zaten bu bile fazla sana '' diyerek en sıkkın baygın ortamlara sokuyorsun onu.

Neyi bekliyorsun ? Ölmeyi.
Ne yapıyorsun ? Her gün biraz daha ölüyorsun. İnce ince..
Ruhunun, kalbinin sesini dinlemediğin, senin değil birilerinin kurallarına göre oynadığın her oyunda biraz daha uzaklaşıyorsun canlılıktan.

Oysa şuracıkta, sevgi şefkat dolu bir ses, sürekli seni korumaya, gözetmeye, esaretlerden kurtarmaya çalışıyor. Dinlesen ne çok mutlu olacaksın .

Ben şimdi geri dönüp baktığımda '' paşa gönlümün '' istemediği ama '' yapmalıyım '' diye düşündüğüm her eylemin bir fiyasko ile sonuçlandığını görüyorum kendi hayatımda.

Canımın istemediği ortamlarda bulundum, canım istemediği halde bir yerlere gittim, artık baydığım halde, canım iki kelam dahi etmek istemediği halde o ilişkiyi sürdürdüm, '' aaa deli misinn yalnızlık mıı tuu kaka yalnız kadın eksik kadındır '' diyen bir toplumsal hipnoz yayını var ne de olsa.
Her seferinde şaaşaalı fiyaskolarla sonlandı tabii :)

Ancak paşa gönlümü dinlediğim hiç bir zaman, hiç üzmedi beni.
Paşa gönlüm bazı muhabbetleri dinlemek dahi istemiyor, bazı alanlarla temas dahi etmek istemiyor, ben de dinliyorum.

Toplumsal hipnoz etkisinde birisine göre benim seçimlerim ''felaket, saçmalık '' bana göre schokolade.

Ben kalbimin rehberliğini dinleyerek zehri bal eylemeyi öğrendim.
Hamdolsun.
''paşa gönlüm bilir '' secdem onadır.