20 Ekim 2011 Perşembe

İşte öyle..

Isparta'yı biliyorum ben, çeşitli derecede yakınlığım olan üç genç adam, üç değişik zamanda, orada üç ay eğitim görüp ülkenin malum yerine gittiler, üç ayda ne kadar savaşmaya hazır olabilir genç bir adam, daha dün tavla oynayan; daha dün arkadaşlarıyla muhabbette olan; daha dün annesinin birtanesi, sevgilisinin canı olan gencecik bir adam üç ayda ne kadar hazır olabilir savaşmaya, mental olarak, beden olarak, melekelerin gelişmesi olarak ?

Benim yakınlarım, sağ salim döndüler. Başkalarının yakınları sağ salim dönemediler ama.
''Gülün solsun Isparta '' yazıyormuş orada tuvalette, ilk duyduğumda da içimi acıtmıştı, hala da acıtıyor.

Benden küçük olan; yaşı benden küçük olsa da bana ''abilik '' yapmış olan; üniversiteden can kardeşim gitmişti mesela.Ekmeğimizi, suyumuzu, hadi yalan olmasın şimdi işte arabamızı sigaramızı eğlencemizi paylaştığımız, kardeşim. Bir oda dolusu kendinden büyük adamı karşısına toplayıp hayatımda gördüğüm en büyük gideri,gözümün önünde benim için yapan kardeşim. Adamlığın kitabına her gün yeni sayfalar eklemesiyle meşhur kardeşim. Tabii okulu bitiremedi. Ama benim '' tek ders'' imin kağıdı okunsun diye benimle saatlerce koridorda hocayı beklemişti. Mezun olayım diye bulamadığım notları bulmuştu. Bana sıkıntı verebilecek her türlü olayı benden uzak tutmuştu son sınavlarımda. Kendi okuluna öyle koşturmadı. Sonuç: Kuzey Irak dağları...


İnsanın aklı çıkıyor, çatışma oluyor, habersiz kalıyorsun, 8 şehit vermiştik onun birliğinde bir gün, aklımız çıktı, ağla ağla içim çıktı, üç gün sonra telefonuma bir mesaj geldi '' ben iyiyim ama arkadaşlarım şehit oldular Allah'a emanet olun ''

Geldi, tahmin etmek için dahi olmayı gerektirmeyecek şekilde, farklı bir adam olarak geldi.Çok şükür, canı sağ geldi ama.

Şimdi çok ayrıntısına girmek istemediğim ''yol arkadaşım '' üç ay yine ıspartada eğitim aldıktan sonra, gitti.
Artık ne olduysa orda, sağ geldi ama ''yol arkadaşlığı '' yapmamın mümkün olmadığı kadar büyük bir değişim geçirmiş olarak geldi.
Canı sağ olsun, sağ geldi ama.

Sistem yanlış baştan. Her Türk asker doğmuyor. O bir masal. Baştan bunu kabul etmemiz lazım.
Savaş yanlış bir kere. Olan her savaş, birilerini besliyor. Madden ve manen.
Savaştan nemalanan çok olur. Ölümden nemalanan çok olur.Kandan beslenen çok olur.
Oluyor.

Bu çocuklar şehit oluyor, vatan sağolsun demekle bir şey çözülmeyecek. Önce bir sor o çocuklar neden şehit oluyor. İstihbarat neden çalışmıyor. Daha düne kadar çayı kahvesi ayagına gelmiş adam 2-3 ayda nasıl eli silah tutar hale geliyor da dağlara nöbete gönderiliyor.Bu bile bile lades demek olmuyor mu?

Sen şehit diyorsun, birisi çıkıp ''kelle '' diyor, ''askerlik yan gelip yatma yeri değil '' diyor, kendi evladını 21 güncük askerliğe zar zor kıyabilen adam, bunları diyor.

Şimdi facebookta profil fotoğrafını değiştirip lanetler okusan da enerjin uçup gidiyor başka bir şey değişmiyor. Sanki bir hafta sonra '' @reina '' yazmayacaksın iletine. O profil foton değişmeyecek sanki.

Yapma be. Yapma yani, kendine dürüst ol. Eğer o çocuklar için bir şey yapmak istiyorsan, boş yere ölmesinler istiyorsan, kanları yerde kalmasınlar istiyorsan bir şey yap.

O klişe mesajlardan başka bir şey yap. Sistemi sorgula. Ateşe atma vatanın evladını, insan kardeşini,
20 yaşında ömrünün baharında 2 ayda savaşçı yapılmış olan adamı.
Ölenler geri gelemez, daha sonraki ölümleri engelle.

Benim acım büyük değil mi sanıyorsun, çok büyük. Gözüme uyku girmedi bak, yattım döndüm dolandım kalktım yine.
Benim en büyük ruhsal sınavlarımdan biri '' ötekileştirmek '' ve ''onlar '' la oldu.
Sevmedim sevemedim, sevemedikçe ''defolsunlar yok olsunlar ''istedikçe hayatta hep karşıma çıktılar.
''onlarla bizim fıtratımız bile aykırı '' diye düşündükçe, şivelerine, konuşmalarına, trafikte orda burda o hepsine yapışmış '' benim hakkımı alamazsın '' diye bas bas bağırmayı şiar edinmiş tavırlarına uyuz oldukça karşıma çıktılar.

Daha 3 ay önce işte yine ''onlardan '' biri geldi , geri geri salıverdi arabasını küt diye çarptı bana.
Ben tek başıma bir kadınım, onlar 4 kişi bir de üstüme yürüdü bağırdı çağırdı.

O gün farkettim ''sen bunları yok saydıkça, yok olsunlar istedikçe, defolup uzaaak bir ülkede yaşasınlar diledikçe bunlar senin burnunda bitmeye devam edecekler. Bu şiveyi daha çok duyacaksın. Senelerdir kimse gelip vurmamış arabana, işte bu geldi vurdu bir de indi sen vurduun diye yaygarayı bastıkça basıyor. Bırak artık, bırak, sevme yine istersen, ama bırak '' dedim kendime.

Tekamülümün peşinde geçirdiğim yıllar bana çok net bir şey öğretti.
Değişim önce içeriden gelir. Sorumluluk alacaksın başka çaren yok.
Gidip birilerinden aldığın yardım, sokma akıl gibi, üç gün gider ancak.
İçinden değişmek istemezsen, dünyanın tüm guruları gelse seni değiştiremezler.
Kendi içinde barış sağlamazsan, dışarıda savaş hep olur.
Suçlamayacaksın.
Dışarıyı.
Dışarı da bir şey yok aslında, kendi içinin tezahürü yansıyor.

Önce biz kendi meselemizi düzeltelim yani.
Kendimize bir bakalım.
O çocukları oraya o kadar tedbirsiz nasıl gönderiyoruz, neden gönderiyoruz..

''Dışarısı '' o zaman hallolur zaten.






16 Ekim 2011 Pazar

kazaya rıza, aşka meşk

Yaşam, bir sonraki anın ne getireceğini asla bilemediğimiz bir mecra.
Hayatın içinde hepsi var. Sevinç, neşe, acı, mutsuzluk, hastalık,sağlık. Hepsi var ama.
Hepsi bir başka bizden bize yansıyan deneyimler.

Ruh deneyim ister, hepsi bu.

Biz hayatı seçersek, ama gerçekten..gerçekten seçmekten bahsediyorum, kendimizi sevmiyorsak, nefes almıyorsak, canımızın istemediği şeyleri yapıp duruyorsak, geçmişten gelen bagajları sırtımızda taşıyıp duruyorsak, yeni anlara hakettikleri yeni bakışı veremiyorsak, eskinin süzgecinden bakıp duruyorsak pek de hayatı seçmiş sayılmayız.

Hiç olmadık bir şeyler muhakkak olmuştur. İnsan bu, hiç hesapta yokken aşık oluverir, hiç hesapta yokken düşer kafasını kırar, hiç aklında yokken yeni bir işe başlar, hiç aklında yokken hayatının en büyük acısını yaşar.

Bir şeyi ne kadar yadsıyorsak, ''hayıııır durr gelme '' diyorsak, o oranla gelir yakamıza yapışır. En büyük korkularımız başımıza gelir muhakkak. Dışladığımız şeye güç veriririz.

Bir şeye ne kadar kucak acıyorsak, o da o oranla bize gelir zaten. Demek ki, ''iyi kötü soğuk sıcak '' diye etiketlemeden, ''sen gel sen gelme '' demeden hayatın getireceği her şeye yüzde yüz evet demek lazım.
Düşünmeden çekmek o nefesi.
Çok düşünmezsek hesap kitap yapmazsak an da kalmayı, yaşamayı, papagan gibi onaylamalarımızı yapmadan, beynimizde bitmeyen envanterler çıkarmadan, sadece basitçe yaşamı seçersek zaten ''işler yolunda gider '' :)

Hani herkesin çok bildiği bir kural vardır, bir eğlence için ne kadar çok plan yaparsan, o kadar aksilik çıkar.
Öncesinde ne kadar '' çok eğleneceğim ben o gece '' diye kurarsan kendini, o kadar eğlenemezsin. Aksilikler üstüste gelir, kendine yaptığın o dehşet '' eğlenmeliyim '' baskısı yüzünden ne olsa eğlenceli de gelmez, çıkan aksiliklere, ''yani ben bunun için mi gittim de bu bluzu aldım, bunun için mi şu işimi öteledim, bunun için mi şu arkadaşımı ektim '' diye sinirlenir de sinirlenirsin.
Ama hiç planın yokken, kendini öylesine tesadüflerin eline bıraktığında, genelde acayip eğlenirsin. Hiç beklentin olmadığı için akışa çok rahat uyarsın, özel bir şeyler yapmadığın için gerim gerim gerilmezsin, bir aksilik çıkıverdiğinde güler geçersin.

Bazen ''çok acılı '' bir ayrılık yaşarsın, ''acılara tutunmuş '' yürürken, ''karşıdan gelen hiç tanımadığın birinin çok güzel gözleri gözlerine kilitlenir '' sonra haftalarca ''karşıdan gelirkeeeeen gülümsedii anidenn '' diye şarkı söylersin. O ''çok acılı '' ayrılık, ''evrende her şey bir nizam denge içerisinde '' ye dönüşüverir.

Gayet sinirle kuaför koltuğunda oturmuş saçlarını ördürürken; bir kaç saat sonra o örgülere belki de hastası oldugun ünlü bir futbolcu ''ne güzel '' diye dokunacak bilemezsin.

Heyyooo diye sevinçle koşarak merdivenden inerken uçarak bacagını da kırabilir insan. Bir saniye öncesinde bilemezdin ama.

Hayat sürprizlerle dolu.
Sürpriz '' iyi '' ya da '' kötü '' etiketiyle gelmiyor insana.
Genel ruh haline, hayatı kabul edişine, nefesinin derinliğine, alttan alta yaptığın enerjisel yayına, -lanet olası karmaya ya da öyle karmaşık bir başka şeye - enerjiyi ne kadar özgürce yaydığına hayatına, benim de bilmediğim pek çok dinamiğe göre şekilleniyor.

Bunun için ''her şey aynı '' düşüncesinden çıkmanın, eski yükleri omuzlardan atmanın, beklentiden uzak durmanın,  ama en önemlisi hayatı oldugu gibi bütünüyle kabul etmenin işlevselliğine yürekten inanıyorum.

Penceresi açık olmayanın odasına hava, perdesi kapalı olanın odasına güneş girmez.

Hayat işte, bazen sinekler de girer o odaya, bazen güneş fazla kamaştırır insanın gözünü.

Kaza olunca rıza, aşk olunca meşk lazım o vakit. :)


12 Ekim 2011 Çarşamba

Dolunay defterleri kapatırken :)

Evren dolu çekmeceleri sevmez.
Yeni bir şeyler istiyorsan, eskiyi bırakacaksın. Frekansın artık uymuyorsa; oradan ayrılacaksın. Hayallerinin gerçekleşmesinin önünde duran engelleri yıkacaksın. Belki zor olacak- genelde zor olur- ama yapacaksın.

Çok bilinen bir söz var; ''evren boşlukları sevmez '' diye;  ki gerçekten sevmez; ancak bırakma kısmını ve bu sürecin sancılı olabileceğini çok da konuşmuyor gibiyiz. Önce o boşluğu açacaksın ki; evren istediğin şeylerle doldursun. Hep söylerim, evrenin ölçü birimi bizimkine uymaz. Sen '' çok mutlu olayım '' diye dilekte bulunursun ve dilekte bulunduğun an zihnin ''çok mutlu olmak '' kavramını kendine göre adlandırmıştır.
Mesela, daha çok kazanmak, daha büyük bir araba kullanmak, mevcut sevgilinle Paris'te tatil yapmak vs..

Sonra bir şey olur. Mesela daha çok kazanmayı arzu ettiğin iş yerinde yönetici değişir; yeni gelenle anlaşamazsın, gırtlak gırtlağa kavga etmeye başlarsınız, sevgilinin seni aldattığı ortaya çıkar.

O an  '' başlarım evrenin şarap çanağına, iki kurcaladık her şey darmadağın oldu '' diye düşünebilir insan.
- ki genelde öyle düşünür -

Ama müteakiben, bir farkedersin, bir karşına çıkar ki; aslında o işten ayrılmasaydın asla mutlu olamayacaktın, asla kendin olamayacaktın. Sana çizilmiş sınırların içerisinde, bir gün iyi bir gün kötü, endişeler içerisinde yaşamaya devam edecektin. O vakti kendine ayırmamış olsan, asla kendini keşfedemeyecektin. O insanla çıkmaya devam etsen,  ömrün tükenecekti, dikey beslenmeyi asla bilmeyen sevgilin, senin enerjini tüketmeye devam edecekti, ''çok daha iyisini'' , hiç tanıma şansın olmayacaktı, zaten belki sonra tipi de kaymıştır :)

Bir bakarsın, '' çok mutlusun ''. Saat senin umdugundan farklı işledi ; olaylar farklı şekillendi ama sonuç : evren arzunu sana verdi.

Gecelerce oturup '' kendimi bilmek istiyorum, doğuş amacımı gerçekleştirmek istiyorum , kendimi sevmek istiyorum '' diye dua ettiysen; hayatında bir takım köklü değişikliklerin olacağını bilmen lazım.
Hoş gerçi, insan bilmeden ediyor o duaları ilk başta :)

Hayat amacın '' manavda çalışmak '' değilse , manavdan ve elmalardan ayrılmak elzem hale geliyor.
Bir kere düğmeye bastın çünkü.

Bir de ''daha büyük araba '' vardı, sahi belki onunla kaza yapacaktın :) Belki de daha zamanı gelmemiştir.

Bugün dolunay; bitişlerin, kapanan hesapların, tamamlanan defterlerin günü.

Az evvel gördüm ki; bir şey bitmek zorundaysa, gerçekten bitiyor. Tutunsan da  bitecekti. Yapışsan da bitecekti. Akıntıya karşı küreği kaç saat çekebilirsin ki ?

Eski iş yerimden bir ağabeyle konuştum az evvel; çok uzun zamandır konuşmamıştık, şimdi o başka bir firmada, aynı sektörde ama. Geçen zamanda neler yaptık birbirimize anlatırken; ''çok sevindim mutlu olmana, orada aslında hepimiz çok gergindik, hepimiz çok mutsuzduk, hiç birimiz dayanamadık biliyorsun '' dedi.
Konuşurken, o iş yerinde benim hep istediğim ve cinsiyetimden dolayı alamadığım bir görev vardı ; - erkek egemen bir sektördü - ve o görevi alamadığım için çok geriliyordum; müdürüm sürekli ''sabret, alışacaklar, herkes alışacak buna '' diye oyalıyordu beni, bir yandan iş arkadaşlarım '' kızım vazgeç bu hayalden olacak iş mi, büyük mevzu çıkar, şantiyeye sarışın kız çıkarılır mı, eha sen örgü biliyon mu bakalım '' gibi geyiklerle sinirlerimi bozuyorlardı ; ben tüm bu sinir harbinin içinde göz altlarım morarana kadar herkesten çok çalışıyordum, '' görecekler '' diyordum, gözümü hırs bürümüştü,  bir yandan da '' çok solgun görünüyorsun, yüzüne bir şeyler mi sürsen ne '' diyen yöneticinin karşısında öfkeden ağzım açık kalakalıyordum.

Hem deli gibi çalışacaksın, deli gibi öğreneceksin, işin bile olmayan her konuyu araştıracaksın, üzerine vazife olmayan raporlar hazırlayacaksın, sırf ''kadınım ama ben de yeterliyim '' diyebilmek için , hem de ''çok beyaz '' görünmemek için solaryuma mı gitsen ne ?!

Yani hem güzel eteğin ve güzel çizmelerin olacak, hem kamyon kasasına tırmanacaksın, hem de '' örgü biliyor musun sen ? '' :)

Az evvel, eski iş arkadaşım abiyle konuşurken öyle bir cümle kullandı ki; '' bu sektörde zaten istediğin yere gelemeyecektin, hiç bir şirkette mümkün değil, bu gidip hepsi erkek olan bir takımda futbol oynamak istemeye, yedek kulubesinde senelerce beklemeye benziyor '' anlamına geliyordu.

Net. Bir anda tekrar anladım. - anlayışlar tekrar tekrar olabilir.evren altını çizmeyi sever :) -

Asla mutlu olamayacaktım.

Mutluluk istedim, kendimi istedim ve bolluk istedim.

Sonrası; bu yaz yüzerken geldi aklıma. Evet mutluyum, evet kendime sahibim, evet beynimde dolanıp duran o 40 tilki yok, evet düşünce sistemim tamamen değişti,  evet an'lardayım, şükürdeyim, huzurdayım ve istediğim şeyleri yapabilecek genişlikteyim.
Evren bolluk istediğimizde her zaman zarfla göndermiyor.


Farkettim, sonra bir şeyler daha içtim, müzik dinledim, biraz daha yüzdüm o gün :)

Bugün de bu çember kapansın.

Hamd olsun.



9 Ekim 2011 Pazar

Başlıksız

Yağmur yağıyor; dinmeden,saatlerdir.
Dün gündeme bir cenaze haberi damgasını vurdu, başbakan annesini kaybetti. Ben içimin hiç dokunmak istemediğim bir tarafına dokunup duruyorum, yaşadığım günden beri aklıma hemen her gün gelmesine rağmen olabildiğince az bahsettiğim; olabildiğince az şifalandırdığım acıma. Babamın cenazesi.

Babam her baba gibi muhteşemdi. Gerçekten ama. Çok zekiydi, komikti, eğlenceliydi, dosttu, sinirliydi, hep ordaydı ama, hep yanıbaşımızda. Babamla konuşmadan tek bir gün geçirmedim, kaybedene kadar.
''Benim çocuklarım dünyanın öbür ucuna da gitseler benden uzaklaşamazlar '' derdi, annem makarasını yapardı ''şah damarınızdan daha yakın '' diye.

Babam muhteşemdi gerçekten, bir matematik anlatırdı, aşık olurdunuz matematiğe. Ben o ölene kadar tüm alışverişlerimi onla yaptım, her şeyin güzelinden anlardı; ayakkabıların dikişlerine bakardı mesela. Ayakkabılar deri olmalıydı, dikişi kusursuz. Bana bir saat almıştı, o saati çok begenmiştim, daha burada moda değildi sanırım, sonra çok moda oldu.Babam üzerimize titrerdi, çok sinirliydi ama, siniri hemen geçerdi.

Böbrekli sabah kahvaltılarıyla, derin fikir teatileriyle, bizi hep götürdüğü kitap fuarlarıyla, evimizde aydınger,mürekkep kokusu, bitmeyen geometri çizimleri, bitmeyen test yazımları, bitmeyen matematik fonuyla büyüdük. Bir küçücük aslancıkla. Babası onu çok çok çok severmiş.

''Kalubela '' dan beri beşiktaşlıyım dedi bir gün küçüktüm. Kalubela ne diye sordum. ''Allah'ın ruhları yarattığı ilk an '' dedi . ''Ölünce tabutuma beşiktaş bayrağı örtün, vasiyetimdir '' derdi.. Çok sigara içiyorsun diyene '' genç ölürüm cesedim yakışıklı olur '' derdi, gülerdik hiç aklımıza gelmezdi.
''en temizi kalp '' derdi, ''tertemiz bir öüm '' hiç hasta olamazdı zaten, hasta olmaya dayanamazdı.

Bursa'daydık, Merve'yle evimiz boğdu bizi o gün. Bir gün önce rüyamda birinin babasının öldüğünü görmüştüm, çaktırmadan aramıştık Merve'yle.. İyiydi. O gün boğulduk. Yapacak hiç bir şey bulamadık, sebepsiz. Terasa çıktık, ay dolunaydı. Gece ağladım çok '' niye ağlıyorsun'' dediler. ''Bilmiyorum '' dedim.

Sabaha haber geldi. Dayımın çağrısını gördüm telefonda. O an anladım. Sabah 7, dayım niye arasın ? Anladım. Babam 54 yaşındaydı, sapasağlamdı, ama anladım. ''Baban biraz rahatsızlandı gel '' dedi, anladım ama. Sonrası felaket. Bağırdım çağırdım kendimi yere yapışmış buldum sanırım. Merveyle öyle oturuyorduk yerde, ağlıyorduk. Birileri geldi bizi topladı, arabaya bindik, yalovaya gittik. Yolda çok durduk. Ben sürekli titriyordum. Boynumda 100. yıl atkım vardı, babamın aldığı.
Cenazeden önce vardık. Onlar İstanbuldan gelecekti, Merveyle sahilde oturduğumuzu '' belki şaka yapıyorlardır değil mi Merve '' dediğimi buna gerçekten inanmak istediğimi hatırlıyorum.

Geldiler.Babam bir ambulansla, annem kardeşim. Dayılar teyzeler,amcalar halalar. Eş dost akraba. Çok kalabalıktı. Katıldığım en kalabalık cenazeydi. İnanamıyordum, babamın cenazesinde olamazdım ki. Allahtan merve de sarışın ve tombuldu. Allahtan merve bana çok benziyordu. O kadar çok insan beni öptü ki bunaldım. Bir o kadarı da merveyi ben sanarak öpmüş zaten. Çok korkunçtu her şey, kardeşimin annemin boyunlarında beşiktaş atkıları vardı, babamın damalı atkısı annemdeydi mesela.
Kocaman büyük beşiktaş bayragını çıkardılar, evimize mutlulukla astığımız bayragı, kardeşimin salladığı bayragı babamın son yolculuğunda tabutuna örtü yaptılar. Unutmamışlar diye sevindim, o kadar acının içinde sevinmek de var.Ama öyle bir acı ki, öleceksin sanıyorsun, ayakta duramıyorsun, neye inanırsan inan.

O zaman da ölümün bir son olmadığına sadece perdenin öte yanına geçmek olduguna, yüksek benliğin seçimi olduguna inanıyordum. O zaman da. Ama ayakta durmak zordu her şey zordu. Ölcem sanmıştım.
Yarım öldü zaten o gün orda. Helallik istediler, oysa ömrümü isteseler verebilirdim o an.

Dedemin cenazesinden sonra, babam mezarlıktan dönünce merdivene oturup ağlamıştı hüngür hüngür. Üşür deden orda Işıl bıraktık geldik demişti, kocaman adamdı, ailesi , iki çocugu, kariyeri, aşkla yaptığı bir evliliği vardı. Ama çocuk gibi ağlamıştı, bıraktık geldik demişti. Babası 82 yaşındaydı.

Benim babam 54. Ben ne yapayım ya diye düşündüm belki, sonradan ama düşünecek gibi oldugumda.
Aldılar tabutu gitti, ilk arkadaşım Okan gibi ben de kartal uçtu dedim. Çok korkunçtu ya, hala korkunç.

Hayatta her şey deneyim, biliyorum. Bu benim en korkunç deneyimim. 

Başbakanı sevmem. Dün sevdim sanki. Dün onun içindeki ''şimdi ben napçam '' diye düşünen çocugu gördüm. Bu gece öyle karanlık olacak ki uyuyamayacak karanlıktan bildim. Sabah kalkınca ilk saniye hatırlayamayacak, sonra ağlamaya başlayacak.

Belki o sorumluluk sahibi bir insan oldugu için, koca ülke onu bekliyor, o alışır çabuk.
Ben aylarca bekledim. Geri dönmesini. Anahtar sesini duyunca mesela. Dönmedi. Dönemezler.
Ramazanda ölmüştü babam, ramazan ayından hala nefret ederim. Öyle deme diyorlar, ediyorum kardeşim kime ne. İlk kurban bayramının sabahı annem öyle ısrarla kaldırıyordu ki beni yataktan o zaman kesin döndü sandım. Kesin. Yoksa böyle ısrar etmez ki dedim. Aşağı indim bir baktım yok sofrada, ağladım yine çok. Bayramlardan da hala nefret ederim.

İşte böyle. Arınsın dilerim. Bu anılar, sizi görüyorum ve onurlandırıyorum. sonunda.
Reiki 'yle ilk zamanlarımda '' bununla zaman yolculugu yapılıyor '' diye soru-tespit arası bir şey yöneltmiştim güzel hocam Deniz'e.. ellerim bedenimdeyken geçmiş anılarım canlanıyordu. Girip anıyla konuşabiliyordun. Falan filan uzun bu kısmı. Bu anıma hiç dokunmadım. Geçmişe şifa yollanır mesela. İnat ettim o günlere, o sonrası felaket bir yıla hiç dokunmadım.
Acıma dokunmadım hiç. Bir sürü şifa tekniği öğrendim, bir çok nefesle bırakma.
Hiç bırakmadım. Bugüne dek. Başbakanın gözlerinden süzülen yaşlar, ''artık bırak'' dedi bana.

Ne kadarını bırakabilirsem. Tuttum, her yazdığımın şifalandığına inandığım buraya yazdım.
Akıyor gözlerimden, kalbimde küçük atom bombaları patlıyor sanki, kulağımda bir ugultu. Basınç çok yüksek sanki. Uzun zamandır örttüğüm, sakladığım, şifalanmasın istediğim..

Şimdi aksın dönüşsün isterim. Nefes alıyorum. Dönüşecek biliyorum.
İlgili herkes huzur bulsun. İlgili herkes huzur bulsun.