Aşk hakkında yazabilecek kadar çok şey bildiğimden emin değilim.
''Mecazi aşk '' hakkında en azından. ''İlahi aşk '' hakkında her gün o kadar çok insan boş ve kof ve sık konuşuyor/yazıyor/çiziyor ki bende bir ''eeh yeter bee '' hissi uyandırıyor.
Aşk hakkında bildiğim; bir delilik hali sanırım.Birden her şeyin rengi değişiyor, ışık yeryüzüne daha çok daha farklı sanki havai fişekler gibi patlayarak neşeyle iniyor, ah o hep bahsedilen karındaki kelebekler,kedi yavruları..midede tatlı bir heyecan yerleşiyor. Mesela saatlerce trafikte kalmak sıkmıyor seni aşık olduğun insanla berabersen. Ya da hiç yapmadığın lezzette yemekler falan yapabiliyorsun ona hazırlıyorsan. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile yürürken,kocaman bir gülümseme ile arkadaşınla sohbet ederken bir dalgınlık çökebiliyor üzerine. Küllükte yanan sigaran dururken ikinciyi yakabiliyorsun. Saatlerce yılbaşı ağacının süslerine bakabiliyorsun sırıtarak.Muhtemelen sen de o an, o ağaçtan az ışıldıyor değilsin.
Böyle değişik bir parlaklık,bir enerji çöküyor her şeyin üzerine. Hiç sevmeden gittiğin yerlere koşa koşa gider oluyorsun. Okula mesela, mesela eskiden sıkıcı bulduğun dost meclislerine, mesela ofise.
Göz göze gelinen anlarda bir şey oluyor bir deprem,bir sarsıntı,bir sevinç, bir iki insanın bir oluşu işte.
İlgi alanın, algı çerçeven falan değişiyor. Geçici bir delilik hali belki de.
Ve ne yazıkki geçiyor.
Her aşk ilişkiye dönüşmediği gibi, her ilişkide de ''aşk '' yaşanmıyor zaten.
Beğeni,hoşlanma, mantığına uygun bulma, şehvet, ve bir sürü başka his yönelim aşkla karıştırılıyor gibi.
Çoğu zaman ve çok insan tarafından.
Geçmişe dönüp baktığında bazı geride kalmış insan için '' sevmiştim onu ben '' dersin mesela. ''Aşıktım '' demezsin. ''Boşluktan olmuş '' dersin , ''aşıktım '' demezsin, '' çok eğleniyorduk '' dersin ''aşıktım '' demezsin.
''Aşıktım '' dediğin biri varsa geçmişinde, dürüst de söylüyorsan bunu, herhalde aşık olmuşsundur ona.
Herhalde diyorum çünkü tam emin değilim, uzun zamandır ''aşık '' olmadım. Eskiden aşık olduğum biriyle, yeniden çok zaman önceleri de kurmayı başaramadığımız birliği, anlaşabilmeyi,birarada olabilmeyi denesek mi diye düşündüğümüz bir kaç zaman evvel o ışıltı bir kaç günlüğüne çöktü üzerime yeniden.
O zamanki ve o yaştaki şiddeti ile değilse de çöktü. Hani şarkılar dolandı dilime, konuşmalar bol kahkahalı oldu, ve artık iyice kavradığım gibi bir şey olmuyorsa olmuyor, ''kısmette yoksa dayak bile yiyemiyorsun ''
belki de her iki taraf da, bir zamanın kocaman duygularını ilişkinin günlük rutininde küçültmek istemiyor,
yağmurun altında heyecanla yürümüşsün bir vakit, o adımları alışveriş merkezlerinin elektrikli ortamında atmak istemiyorsun; '' faturam, iş programım, eve aldığım ekmek, alacağım gömlek '' içerikli günlük konuşmaları sık sık yaptığında bir insanla o yürek çarpıntısı kalmayıveriyor, oysa sen/ o birbirinizin seslerini her duydugunuzda bir '' ah '' ile karışık sevinci,heyecanı,saçmalamayı ve kalp atışını yaşamayı seviyor olabilirsiniz sadece.
Biri söylemişti ''ya ömür boyu değildir, ya da aşk değildir '' diye.
Aşk biraz hain bir duygu.
Seneler sonra gelen tek bir kelimeye, tek bir karşılaşmaya karmaşık hislere aç sanki.
Kanlı çatışmalara, hala kanamalara, yürekte kimselere göstermeden ayrılacak bir köşeye, o köşede yanacak mumlara hasret sanki.
Huzur vaadetmemiş aşk, huzurlu şeyleri de sevmiyor sanki, huzurla yaşamaya başlıyorsun, her sabah sesini duyarak başlıyorsun güne, elini daha bir güvenle, kendi elin gibi tutuyorsun, sarılmak bir alışkanlık oluyor,
küçük mutluluklar sarıyor etrafını - hani karşıdan karşıya geçerken kendini arabalardan tarafta konumlandırması, sen içiyorsun diye hiç sevmediği bitki çaylarını alması, soğanı doğrarken gözün yaşarmasın diye yardım etmesi, ayağın üşümesin diye kalın çoraplar alması süslü püslü, dondurma seviyorsun diye dondurmacılara abone olması, çayını karıştırması falan-
Battaniye yumuşaklığında bir huzur, kendin kadar güvenmek, küçük mutluluklar, alışkanlık devreye girdiğinde
sabahın erken saatleri gümbür gümbür kalp çarpıntısıyla, yüzde kocaman bir gülümseme ile elele yürürken yaşadığın o his; hani dünyanın en berbat en boktan yolunda bile yürüyor olsan mutlu olduğun o kareler sinsice sıvışıp gidiyor bir yerlere.
Sabahın ilk ışıklarının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Akşamın karanlığının gözüne her şeyden güzel göründüğü o elele yürüyüş anları.Telefon çaldığında başka odalardan taklalar atarak telefona koşma hali.
Uzaklarda bir ülkeye göç ediveriyorlar sanki, gözündeki o parıltıyı alıp çantalarına. Kalpteki o muazzam gümbürtüyü katıp yanlarına.
Bu yüzden belki de bazı aşkların kaderini aşıklar belirliyor, birbirlerini görünce gözlerinden yaş akmasını, hala çok seneler sonra bile; o pofuduk huzurun yerine tercih ediyorlar.
Çünkü onun da söylediği gibi '' çok başkaydı, çok özeldi, her zaman ayrı bir yerde, her zaman aklımda ''
Çünkü benim de söylediğim gibi '' en az anlattığım hikayem, en özel hikayem, hep bir iç burkuntusu fakat hep bir sevinç de aynı zamanda ''
Dediğim gibi aşk bu idi sanırım. Daha başka, daha farklı, daha yetişkince hisler vardır elbet.Varlar yani.
Akşamüstü makyaj yaparsın mesela gelecek de seni alacak diye. Salata yersiniz aynı tabaktan balzamik sirkeli. Elele sinemaya gidersiniz, sahilde yürürsünüz, seviyor diye fransız manikuru yaptırırsın, beraber o dönemin trend mekanı neresiyse oraya gider birşeyler içersiniz cuma akşamları, günlük raporlar verirsin telefonda, ufak mesajlar atarsın falan. Güzel hisler, hoş heyecanlar, tatlı zamanlar elbet.
Ama aşk gibi değil.Aşk aidiyet hissinden beslenmiyor, aşk modaya uymaktan hazetmiyor, aşk açık denizleri seviyor,fırtınaları, her an karaya oturabilirsin tehlikesini, güvenli limanlarda demir atıp mangal yapmak;iki kadeh parlatmak da pek tatlı,pek latif, pek güzel lakin aşk buna çok gelmiyor.
Çok bilmediğimi söylemiştim. Aşk işte. Ne kadar insan varsa aşık olan, ne kadar çift varsa birbirine aşık olan
o kadar ayrı çeşidi vardır, herkesin kafasında ayrı bir dünya.
Aşk olsun sana dünya :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder