10 Aralık 2013 Salı

Sobe


İstanbul'a kar yagıyor; İstanbul bembeyaz.
Dün bir şeyi sobeledim; oturdum ağladım; hani çocuk şımarıklığıyla değil; içinin zehrini boşaltır gibi.

Kıyaslamak korkunç bir şey ve bunu yapıyordum. Birileri beni birileriyle, kendileriyle kıyasladıkları zaman;
ben de kapılıyordum.
Ki kıyas oyunu; oyuna girmeyi kabul ettiğim an ilk ne zamansa;
muhtemelen terazide ağır bastığım, ''ama şu şu şu var, ben daha iyiyim ! '' diye kendimi iyi hissettiğim bir an başlamış olsa gerek.
Her neyse, dün bunun bana ne kadar zarar verdiğini fark ettim.
Zihnimin, ruhuma daraltı verdiğini.
Zihnimizi çöpe mi atalım, atamayız, ama o oyunlara, endişelere, kuruntulara daldığı an farkında olabiliriz.

Bir de; hep söylediğim fakat pratiğe geçirmeye üşeniverdiğim gibi;
kiminle, ne ile iletişimde olduğumuz çok önemli. Rezone oluyoruz çünkü.

Ben biraz bütün bu kıyas oyununa beni sokan insanlardan uzak durmaya karar verdim.
Çünkü kendime haksızlık, çünkü bunu bana yapmayanlara haksızlık.
Çünkü gönlüme daraltı, ruhuma buhran.

Dün bir zamanlar beni çok sevindirmiş bir nesneyi, suya fırlattım attım. Artık benim değildi, artık kimsenin değildi, artık varlığı beni mutlu etmiyordu, kullanmıyordum, saklamak da istemiyordum; tevafuk etti, böyle bir ''ayılma'' deneyimlediğim bir güne denk geldi.

Atarsam üzülürüm diye düşünmüştüm çook daha önceleri, bilemiyoruz işte zan; atıverdim ve hiç üzülmedim.

Şu ''zan'' ve ''tahmin '' oyununu da bırakmaya karar verdim.

Bilemiyoruz. Bilmiyoruz. Biz değişiyoruz. Geçmişin öğrettiklerini bir sonraki ana bir sonraki ana eke eke kendimizi yoruyoruz.

Belli olmaz. Üzülürüm sanırsın üzülmezsin, sevinirim sanırsın sevinmezsin.

Herkesin yolu ayrı biricik. Yaşam bir gün bitecek.
Öleceğiz, ölüm orada duruyor ve çok gerçek.
Ölümden sonra hayat; bilmiyoruz bilemeyiz, ama sonsuzluk var. Ne olacağını bilmiyorum ama bir şekilde bu su hiç durmayacak, perdenin öte tarafında da akacak onu biliyorum.
Bu yükleri, çöpleri, zihnin oyunlarını, geçmişin kederlerini oraya da bagaj yapıp sürüklemek pek iyi olmaz.

Yaşam biricik. Yaşam bir armağan. Bu canı biri bana armağan etti ve bundan sonra an an an her şeyin tadını çıkarmayı; kartondan kuleler, kağıttan korunaklar yapmadığım ve beriki yaptığı için kötü hissetmemeyi seçiyorum.

Ayazmaya indim; sevdiklerim için mum yaktım; kendim için de. O'nunla, hayatla barışmayı diledim.

Kiliseye çıktım, yine aynı şeyler. Gözümü yumup oturduğumda bedenimi bir dalga sardı, öylece oluvermenin, varoluşun, her an yanımda olanın, gerçek olanın, şahdamarımdan yakın olanın sevgisinin dalgası.

Bir çalışanı vardır, 50 yaşlarında hep mutsuz, hep dertli, hayatımda tanıdığım en negatif adamlardan biri.
Her zamanki gibi nasıl oldugumu sordu, benim soruma ''hayat çok zorr'' diye yanıt verdi.
Şebnem'i sordu, ''Dublin'de şimdi, gezmeye gitti '' dedim.
''ah çok kötü bir arkadaş, sizi niye götürmedi '' dedi.
''Ben İrlanda'ya gitmek istemem ki hiç '' dedim, gülümsedim.
''Evlendiniz mi '' diye sordu, ''hayır '' dedim, gülümsedim, ''niye '' dedi,
''kısmet değilmiş '' dedim,  - adam iki hafta önce de sormuştun aynı soruyu, iki haftada evlenmiş olmadığımı elbet sen de biliyorsun - demedim.
''İrlanda'yı görmek istemiyorsunuz, peki nereyi görmek istiyorsunuz '' diye sordu, ''Mısır '' dedim.
''Taş ve çöl, görecek bir şey yok, gizemlere çok takılıyor olmalısınız '' dedi.

Gülümsedim, elimde yeni kar küremle kasaya ilerledim, bir kız geldi, şişmanca, ''ah bizim bu kız sadece yemek yer, ne kadar şişman bla bla '' bir şeyler söyledi,
kızın yüzüne baktım, kulaklarını görünmez pamuklarla kapatmak istedim, kız yüzüme korkarak bakıyordu, nasıl bakmışsam, ''ne düşünüyorsunuz, ne düşüneceksiniz, tabii ki evet yemiş yemiş şişmiş diye düşünüyorsunuz '' dedi.
Zan. Öyle düşünmüyordum. '' Lütfen bunlara aldırma, lütfen hiç kimseye benzemek zorunda değilsin, mösyö hep böyle, hep çok negatif, bunları duyma, çok şişman falan değilsin, kötü hissetme '' dedim.

Kız gülümsedi, kasadaki genç çocuk ''evet'' dedi, ''çok negatiftir ''

Adamcağız artık biraz bozulmuş yüzüyle ''hep aynı şeyler, hep şükran diyorsunuz, neye şükran, kimin şükranı, İsa'nın mı Musa'nın mı Muhammed'in şükranı mı '' diye sordu,
''insanın şükranı '' diye yanıtladım.

''boş laf, daha neye şükrettiğinizi bilmiyorsunuz '' dedi.

Bütün gülümsememle, '' siz mutsuzsunuz ve beni de mutsuz etmeye çalışıyorsunuz, beni mutsuz etmenize izin vermeyeceğim '' dedim. Bıçak kadar keskin bir şey geçti havadan.

Kız ''sizin adınız ne '' diye böldü sessizliği ''Işıl '' dedim. ''Belli isminiz gibi ışıtıyorsunuz etrafı, ışıl ışılsınız sizi tanıdığıma çok memnun oldum '' dedi , ''ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum, görüşürüz '' dedim ve kapıdan çıktım.
Kar başladı.
Kilisenin avlusunda, kafamı gökyüzüne çevirdiğimde gülümsüyordum çocuk kadar şendim.

Bundan sonra hep böyle.
Her zaman dile dökerek söylemeyecek olsam da; ''beni mutsuz etmenize izin vermeyeceğim ''

Bu yaşam benim, kimsenin dayatmalarıyla kendimi terazilere koyup tartıp bir iyi bir kötü hissetmeyeceğim.
Çünkü terazi, bir gün eksik bir gün fazla tartar.

Neyse, bu dündü.
Bugün bugün.
An içinde akmak, bugün önüme ne gelirse, onu tadını çıkararak yaşamak var.

:)