15 Kasım 2010 Pazartesi

Four Seasons- Spring

Her şey içimizde bir şeylerin tezahürü..Değil mi ?..Bazen biraz zor oluyor kabullenmek, özellikle şaşırtıcı, tuhaf bir şey olduğunda.
Mesela bir kaç gün önce, ortaya çıktı ki, inanılmaz bir şekilde, çok güvendiğim bir arkadaşım, bir şekilde güvenimi fena suistimal etmiş.
Nasıl olduğunun kanlı ayrıntılarına girmek istemiyorum, fakat bizim yaş grubumuz için oldukça ''çocukça'' kalan bir şekilde, hem de kendi çıkarı için bile değil. Bir başkasının onayını almak, takdirini görmek için.

Öyle bir şekilde ortaya çıktı ki, bir kez daha anladım, yalancının mumu yatsıya kadar; herkes kendi kazdığı kuyuya düşüyor. Bu durum neyi görmemi sağladı?
Bir; eskisi gibi deli sinirli değilim.Kendimi kontrol edebiliyorum. İki; ama hala üzülebiliyorum.

Bir yanım hala, kendini battaniyelerin yumuşacık sıcaklığının altına gömmeyi, orada tortop olmayı, kendine sarılıp diğer her şeyi dışarda bırakarak öylece hiç bir şey düşünmeden iyileşmeyi seviyor.
Bir yanım '' olan her şey aslında kendi içinde dönüp duruyor, bir şeyleri ters yapmasan ters tezahür görmezdin '' derken, telefonda sesini duyduğum çocukluk arkadaşımın '' bu da mı senin suçun yani Işıl, hayat bu oluyor böyle şeyler, işi gücü olmayan insanlar, senin benim gibilerle uğraşıyor '' diyen yorumuna inanıvermek istiyor.

Hem de aylık periyodum, asla şaşmayan, 10 gün gecikmişken.Şişkinlik ve hormonların verdiği iç sıkıntısı tavan yapmışken.Bunları düşünüyorum.
Rüyalarımda sürekli bir temizlik hali var, klasiktir, ne zaman bir şeyleri salsam, rüyamda havuzlar, denizler, hamamlar görürüm.
Günlerdir, her gece, duvarlar siliniyor, yerlerden çamurlar kazınıyor, masmavi sularda yıkanıyorum, hamamlar, saunalar.
Bir kez niyetlendin mi eski, işlevini yerine getiremeyen, seni yeniden uzak tutan, her şeyi temizlemeye, bu temizlik her yandan çalışıyor.
Biyolojik beden, bedenin döngüleri, yeme içme alışkanlıklarımız, işte her şey.

Kolayı, kolayı, kolayı seçiyorum.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Hastalık

Boğaz karıncalanır, konuşmaya üşenirsin, kollarında bacaklarında bir takatsizlik olur, baş hafifce döner,ağrır,
bedenden başka hiç bir şeyi umursamazsın.Sadece daha iyi olmanın özlemi gelir.
Hastalanınca işler fena.
Boğazım her yandığında, bedenimi her güçlükle hareket ettirdiğimde, kendime sorarım '' burada neyi görmem gerekiyor ? ''  Bazen bir çatışma çıkar altından, bazen bir kaçış, tatil işte.Bazen bademciklerim olsaydı böyle olmazdı diye mızmızlanırım, bazen ''her şeye anlam yüklemek zorunda değilizz, bir fincan kahve sadece bir fincan kahve de olabilir '' diye isyan ederim, bazen de bilirim ki, bin çeşit toksin depoladığım bedenim, çeşitli salınımları bu yolla yapmaktadır.
2 gün önce, sonunda, nihayet, 20 yaş dişlerimden birini çektirdim. Çok tatlı bir kız diş hekimim, ezginin günlüğü çalarken fonda diş temizliyor mesela.Fiyatı da çok ucuz. Belki aşırı idealist falandır sorgulamadım niye çok ucuz diye hiç. Ben çok ucuz bir diş hekimi dilemiştim ta yazın, bindiğim taksici sohbet sırasında hanımının dişlerini yaptırdığını kızın çok iyi, uygun da fiyata çalıştığını anlattı. Rotamı değiştirdim, beni baya karışık sokaklar arasındaki muayenehaneye götürdü. O gün sadece -piyasanın 3 de bir fiyatına- dişlerimi temizlemişti.Ama sonrasında 20 yaş dişlerimin muhakkak alınması gerektiğini söylemişti.
Ataleti yenip 2 gün önce kendisine gittiğimde, birini alacağını diğerleri için çene filmi gerektiğini falan söyledi.
Ezginin Günlüğü de yoktu fonda bu sefer, epey uğraştı, ''bugün sıcak hiç bişey içme, antibiyotik de yazıyorum muhakkak kullan, aspirin alma '' dedi ve yolladı beni.
2 saat sonra, morfinin etkisi geçmeye başladığında, kurtulduğum için sevindiğim dişim, korkunç bir zonklama ile yokluğunu hissettirmeye başladı. Ağrı kesicilere rağmen gece tüm çenem ağrıdan kasılıyordu.
Ertesi gün, daha beter durumda uyandım. Tüm günü sadece diş ağrımla, pek konuşamayarak, bir de boğaz da yanma eşliğinde geçirdim.
Bu sabaha karşı, korkunç bir titreme ile uyandığımda, anladım ki enfeksiyon var bedende, ateş çıktı, mücadele ediyoruz. :)
Ateş düşürücü almadım, bedenin mücadelesine karışmadım, ama yorgunlukla kabuslu bir uykunun derinine yeniden daldım.
Sabah uyandığımda düşündüm. ''Görmem gereken ne var ''
Zihin önce dedi ki '' o kadar ucuz doktora gidersen, enfekte olursun işte, belki de bir şeyleri yanlış yaptı ''
''Sağol bu düşünceni almayayım, her şey benle ilgili'' dedim ona.
Sonra bir ses dedi ki,  ''son bir aydır, yine büyük değişimler geçiriyorsun, salıverdiğin eskinin haddi hesabı yok, birden herkesi her şeyi affediverdin, yıllardır erişemediğin kavrayış, aniden geldi, bedende saklı tuttuğun tüm bu şeyler, bir gedik buldular ve dışarı çıkıyorlar, bir kaç gün bekleyiver ''

Bir kaç gün önce bir arkadaşım '' yanağımı sinek soktu, enfeksiyon kaptım '' demişti.
Ben de ona, '' sinek enfeksiyona sebep olmaz, çatışma enfekte eder seni '' demiştim bilmiş bilmiş.
Şimdi, kendi çatışmamı gözlüyorum.
Her hastalık şifaya açılan bir kapı. Her kriz, çözüme ulaşan bir yapı.

Böyleyken böyle işte.
Yazdım, sanki daha iyi hissediyorum.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Değiştirmek

Değişim, direnç gösterdiğimiz oranda sancılı bir süreç.
Ama değişiklikte ferahlık var, enerji durağanlıktan kurtuluyor. Her şey her gün aynı gittiğinde, çoraplar hep aynı çekmecede, havlular aynı rafta durdukça; her gün aynı insanlarla aynı yerlerde aynı şeyleri yaptıkça insan, atalete yakalanmamak elde değil.
Atalet ki, bir türlü ayağınız varıp da gidemediğiniz dişçi randevusu, bir türlü onarılamayan ev eşyaları, bir türlü halledilemeyen onlarca birikmiş işe sebep oluyor.

Bir çocukluk arkadaşımla inandığımız bir şey var : '' İşler ters ya da durağan mı gidiyor; değiştireceksin. Değiştirebildiğin her şeyi değiştireceksin, ufak şeyleri sen değiştir, büyükleri evren değiştirir zaten ''

Bu değiştirebildiğimiz her şey, mail hesaplarımızın şifresi, cep telefonu melodimiz, ekran koruyucular, çoraplarla iç çamaşırı çekmecesinin yeri, saç kesimleri, her gün uğradığımız cafe, raftaki kitapların yeri vs..
Tecrübeyle sabittir ki, iş görür daima.

Seneler önce, reiki 1. aşama öğrencisi olduğum günler; her sabah aynı ofise çalışmaya gittiğim zamanlar.
İnanılmaz büyük bir bunaltının içine düşmüşüm, çok zorlayıcı bir ilişkinin içerisindeyim, sıkıntıdayım kısaca.
''Hep aynı şeyler her gün aynı '' diye ağlıyorum akşamları, yüzüme bakıyor eş dost anlamsızca...
Bir gün sevgili hocam Deniz'i aradım ve ağladım sanırım, ya da işte isyanımı ifade ettim.
''Rutini değiştir '' dedi bana güzel Deniz; '' en basiti işe gittiğin yolu değiştir, ufak tefek şeyleri değiştir ''

Sözünü dinledim ve sabah kalktığım saati değiştirdim ertesi gün;  hiç beyaz gömlek giymezdim, beyaz gömlek giydim o gün içime; tabii ki asla kırmızı ruj sürmezdim sabah sabah; o gün iştahla kıpkırmızı bir ruju özenerek sürüşüm dün gibi aklımda. Saçlarımı asla toplamaz, örmezdim, Ensemde topladım.
Her sabah  spor ayakkabılarımı giyer, işyerine vardığımda arabada topuklu ayakkabılarımla değişir, ofise öyle girerdim.
O sabah hayatımda ilk -ve son kez- topuklu ayakkabı ile araba kullandım. Ve evet, farklı bir yoldan gittim.
Şimdi hatırlamıyorum ama; bu ufak tefek değişiklikler hem de tam ilk günden itibaren, büyük bir şeyleri değiştirmişti. En önemlisi ruh halim değişivermişti.

Bugün ilk gençlik yıllarımdaki gibi zart diye kuaför koltuğuna oturup saçımı ''mavi siyah, koyu kestane '' gibi iddialı renklere boyatacak, saçımın 20 cmini birden kestirecek, ya da bir kez üniversitede yaptığım gibi, yarısını Gülüm'ün önünde oturup kızıla boyatacak cesaretten yoksunum.

Gerekmiyor da zaten, ufak değişiklikler de ruha ilaç, bedene şifadır.

''Çok bilmek dünya derdi'' , demiş Demir Demirkan.
Biterken, fonda o çalıyordu.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bir ilmekle başlıyor her şey ..

Hani temizlik yapmaya bir başlayınca, aslında ne kadar çok atılacak şey olduğunu, ne kadar fazla iş görmez birikmişinizin olduğunu farkedersiniz ya; ruhsal temizlikte de durum aynı.
Bir taşı kaldırınca bir sürü solucan göreceksin. Başka çaren yok. Görmeden temizleyemiyorsun.
Bu bloğu tamamen bu enerjiyle bu niyetle oluşturdum. En ufak bir edebi kaygım yok, bunun dışında, en ufak bir öğretici olma kaygım da yok, zaten cümleleri bile konuşur gibi kurguluyorum. Tek niyetim '' temizlik '' di.
Çok birikmişim, atılacaklarım olduğunu biliyordum. Yaklaşık 5-6 senedir aktif olarak tortu tortu atmama rağmen. Öyle bir nokta geldi ki, inebildiğim en derine en dibe inme vaktim geldi.
Sonrasında bu alan yaratıldı zaten. Ne yazarsam, ne ile ilgili yazarsam, kimle alakalı yazarsam her alana bu serbest bırakmanın, affetmenin, şifanın enerjisi aksın istedim. Akıyor da..

Dün geceyi, saatler boyunca senelerdir konuşmadığım bir dostumla konuşarak geçirdim.
Senelerce çok yakın dostluk yaptıktan, bir tür ''love-hate friendship '' yaşadıktan, pek çok kahkahalı zaman, pek çok kavgalı gürültülü zaman yaşadıktan, şu hayatta yaşadığım en kötü günlerde birleşen ellerimizden, güç veren destekleyen bir korunak olduktan sonra birbirimize,  yollarımız karşılıklı büyük bir hatadan dolayı ayrıldı.

- aslında hata yok yanlış yok suç yok hepsi birer deneyim elbet-

Dün gece, aniden, ondan gelen bir talep üzerine konuşmaya başladık.
Bir kuyunun başında buluştuk sanki, sonra inebildiğimiz en derine en dibe indik.
Dipte korkunç bir çamur ve curuf vardı elbet, temizledik.
Bilmediğimiz, görmediğimiz şeyleri birbirimize gösterdik.
Birbirimize derin itiraflarda bulunduk ve biliyorum ki serbest bıraktık birbirimizi.
Hala tutsak kaldığımız yerlerden azad ettik nihayet birbirimizi.
Ve birbirimizi onurlandırdık,teşekkür ettik.

Gözlerimden yaşlar, istemsizce, doğal halinde, yüzümü buruşturmadan, ağzımdan ''ah'' çıkarmadan aktı durdu.
Temizlendi bir alan daha, bir alan daha ferah ve boş artık.

Dedim ya, bir kere başladınız mı temizliğe, dip bucak her yere girişiyorsunuz.
Mutfagı sildim banyo kalsın demediğiniz gibi.

Frene basmayı bırakınca hayat akıyor,akıyor, akıyor.
Ve ben sadece, izleyebiliyorum, evren çok büyük, hayat çok derin, insan çok muazzam bir varlık.

İnsanın insanla kurduğu iletişim, ilişki muhteşem.
Herkesle ve her şeyle aramızdaki bağlantı çok büyük, çok güçlü, çok ağ gibi dokunmuş, dantel gibi örülmüş..
Oya gibi işlenmiş.

Boşluk iyidir. Boşluğa doğru bir temizlik içerisindeyim.
Ve niyetim sonrası bana yardım eden tüm bağlantıda olduklarıma-her şeye-herkese inanılmaz müteşekkirim.
Müteşekkirim.
Eğiliyorum bütün olanın önünde, eğiliyorum, teslimiyetteyim.

2 Kasım 2010 Salı

Ve sadece O' na :)

'' Ruhumuzun en yakın dostlarından biri bizi bu dünyada en çok zorlayan insan olmuyor mu, oyunun bu dilemması beni zorlamıyor mu '' demiştim geçenlerde.

Bir insanı inanılmaz yakın hissedersiniz, hayatınızdan asla tamamen kaybolmaz, iletişiminiz kopsa-azalsa bile bir şekilde hayat yeniden buluşturur bazen.Asla muhteşem bir akışkanlıkla değil belki, belki çok fazla kırgınlık ve yanlış anlamalarla, bulup bulup yitirmelerle devam eder iletişim.

En büyük sevgi ve hayat derslerini size bir şekilde öğretmeye söz vermiş bir yol arkadaşından başkası değildir kendisi.

Hayat boyu en yakın olduğunuz, her akşam beraber içtiğiniz, aynı yastığa baş koyduğunuz biri olmaz genelde bu '' nedensiz '' bağ hissettiğiniz kadim dostunuz.

Kadim bir dosttur işte, sizin gelişiminize çok büyük bir katkısı, olmuştur olacaktır.

En büyük dirençler bu alandadır, en fazla ''anlam verilemez '' tesadüf bu alandadır, zaman zaman çok büyük kırgınlık ve kızgınlıklar bu alandadır.En büyük ''çözülme '' ve ''şifa '' potansiyeli bu alandadır.

Mutluluklarına, sevinçlerine her zaman sevineceğiniz biri.
Acılarına, kederlerine her zaman üzüleceğiniz biri.

Her zaman aslında bir nefes kadar size yakın olduğunu bildiğiniz, ancak bir telefon kadar uzaktayken pek de sık aramadığınız biri.

İlk gerçek aşkınız, ilk gerçek dostunuz,sırdaşınız, ilk müdürünüz, anaokulunda saçını çektiğiniz kız, lisede sütyeninizin kopçasını çekip bırakan kankanız , ilk sigaranızı gizli gizli beraber içtiğiniz arkadaşınız ;herhangi biri olabilir.

Kadim dostunuz, bazı kalıpları ilk öğrendiğiniz, defalarca çözmek için geçmişe dönüp nefes aldığınız biri.

Bu dünyaya gelmeden önce ve geldikten sonra ve dahi dünya bittikten sonra hala , hep çok yakın olacağınız biri /birileri..

Herkes için her neredelerse, ne yapıyorlarsa huzurlu,mutlu,neşede ve afiyette OL'sunlar..

Ne yapıyorlarsa güzel yapıyorlar, ne iseler sadece ''O '' oluyorlar ve oldukları gibi çok güzeller.

Muhteşem eşlikleri, öğretileri, hep can'dan bir parça oldukları için teşekkür ederim, yolları ışıklı, suları serin, nefesleri bol olsun.Yollarına gül dolsun, güller dikensiz olsun .

Bu yazı da, okuyan herkese şifa OL'sun :))))

Ex'den Next Olur mu ?

İnsanlık tarihinin değilse de, karşı cins ilişkiler tarihinin en eski sorularından biridir herhalde.
Ex sevgiliyle bir kaç sene sonra yeniden barışmak, bayat bir yemeği ısıtıp yemeye mi benzer,
aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız derken düşünür bu tarz durumları mı kastetmiştir, yoksa ''hiç bir zaman aynı şey aynı şekilde gerçekleşmez '' mi demektedir; yoksa mümkün olabilir mi, bir zamanlar kurulamamış ya da kurtarılamamış bir birliği yeniden inşa etmek?

Aslında tam bilmiyorum, bir kaç hafta önce olsa kesinlikle ''asla mümkün değildir, hiiiiç kimse kalkışmasın, eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı '' diye yanıtlardım kendimi.

Şimdi, son günlerde, gökyüzünde mi bir şeyler oluyor, kozmik bir şaka mı var bilmiyorum, ama ben dahil pek çok tanıdığımın ''ex''leri kaldırıldıkları tozlu çekmecelerden, gömüldükleri kum havuzlarından, katlanıp dürüldükleri zihin odalarından birer birer fırlayıp karşımıza çıktılar, gül cemallerini, tanıdık seslerini gösterip duyurup birer '' ceee--aaa '' yaptılar..

Retro iyidir, modası geçmez mi diyelim, ex den next olmaz diyerek yolumuza devam edelim, önümüzdeki maçlara mı bakalım bilemedik.

İki insan arasında tam çözülmemiş, çözümlenmemiş, serbest bırakılmamış bağlar,  anlayışsızlıkla bitmiş bir iletişim varsa, görülemeyen bir problem varsa, o yara tekrar tekrar başka suretler aracılığıyla kanar.

Yüzler, sesler, isimler, roller değişir, yara aynı şekilde tezahür eder.

Hiç açıklama yapmadan sizi terkeden bir sevgiliniz varsa, çözmezseniz bu durumun altında yatan düşüncenizi,

hiç açıklama yapmadan sizi işten kovan bir patronla, hiç açıklama yapmadan size ''artık seni hayatımda istemiyorum '' diyen bir dostla, hiç açıklama yapmadan ''evimden çık '' diyen evsahibiyle karşılaşır durursunuz.

Kendini kurban olarak hisseden, ''aciz, yalnız, terkedilmiş, azize, ıssız adam '' gibi vechelerin etkisinde kalan bir benliğiniz varsa; durumun aslında kendinizle alakalı olduğunu anlamanız için çook uzun zamanlar geçmesi gerekebilir.

Aynaya bakmak, her ne yaşıyorsak onu kendimizin yarattığını kabullenmek, zor olabiliyor.

Fakat bir kez bunu kabullenirsek, sorunlar çözülmeye, sisler dağılmaya, hayat akmaya, enerji dönüşmeye başlıyor.

İki insan  beraberken yarım kalan sorunlarını, birbirlerine akıtamadıklarını, başka başka yerlerde değil de, yeniden birbirleriyle çözmeye karar verebilirler. Ayrıldıktan 20 yıl sonra bile olsa olabilir.

Ya da iki insan, birbirlerine çektirdikleri ızdırap dolu bağımlılık ilişkisinin cenderesini özlemiş yeniden o acı ile beslenmeye karar vermiş de olabilirler.Ayrıldıktan 20 yıl sonra bile olsa olabilir.


Değiştik, dönüştük, hiç bir şey aynı kalmaz, her şey her an değişir,
şimdi ex'le yeniden neden karşılaştığımızı düşünür ve kendimize dürüst olursak;
düzgün bir karar verebiliriz belki.
Seçim bize ait, bir araya gelsek de gelmesek de pekaladır, tüm evrende tüm yaratımda ,tüm oluşta her şey mükemmeldir, kusursuzdur.


Hayatta her şey mümkün netekim. :)

Kötü Hissederken..

Eskiden ne zaman kötü hissetsem, önce daha da kötü hissetmeyi sağlayacak ne varsa yapar, sonra da '' terapi '' dediğimiz kız arkadaşlarla, bir yöntemi uygulardım.
''Terapi '' ; bir sürü çikolata,cips,kola,bira, bir kaç cosmopolitan, o hafta çıkmış tüm mizah dergileri, bir-iki geyik film alıp eve gitmekti.Önce tüm o abur-cuburu tüketerek dergileri okur,fotolara bakardık, sonra geyik filmi izlerdik, kesmediği zaman da alkol alırdık.

Cosmo ayda 1 çıkıyordu, ancak ben/biz ayda pek çok kez ''kötü hissediyorduk '' dolayısıyla terapi genelde
alkol almak, şarkı söylemek, abuk sabuk şarkılar dinlemek, ipe sapa gelmez muhabbetler yapmak şeklinde vuku buluyordu.

İşte, herkes kötü hissettiğinde uyuşturucu bir şeyler ile oyalanır hayatının bir döneminde. Bu kimisi için, çikolata yiyerek film izlemek olur, kimisi için gece klubune gidip piyasa yapmak, kimisi için kumar oynamak, kimisi için yürüyüş yapmak, seks yapmak, alışveriş yapmak, fotomaç okumak, sinemaya gitmek vs vs  değişir işte..

Bazen öyle kötü,öyle üzücü bir şey oluverir ki - aslında iyi ya da kötü bizim etiketlerimiz-
dünyanın bütün çikolatalırını yesen, tüm viskilerini içsen geçmez onun sancısı.
Kalbe dolanıp sımsıkı sıkan dikenli teller olur hani.
Hani ölsen bile geçmeyecekmiş gelen bir değersizlik hissi, bir kaybetmişlik hissi, bir kaybolmuşluk hissi.

Bana göre, aslında böyle kriz anları iyidir, çünkü kriz oluştuysa, çözülür artık.
Kriz olmadan, hayatın altından altından sessizce akan bir iç nehir gibiyse ıstırap daha fena.
Çaresizlikle, acıyla, tüm aklını oynatmaya ramak kalmışken bir insan;
orada ya çözüm bulur ya kalbini kapatır sonraki hayatına bir yarı-ölü olarak devam eder.

Çözüm şu ki;
Ruh her şeyi bilir, siz bir şey bilmezsiniz.
Size ''kötü'' gelen şey, ruhun planına göre ''muhteşem '' olabilir.
Ve olan herşey hayrınıza olmaktadır.
Her an yeniden, sıfırdan başlangıç yapmak mümkündür.

Her an, yaratımımıza sahip çıkarak, kurban olmadığımızı bilerek, yepyeni bir şeyleri seçmek mümkündür.

Ve kötü hissetmeye birebir gelen bir ilaç; çok ucuza, simya dersi :

Nefes al.

Derin derin, ta aşağılara kadar, sanki boğuluyormuşsun da, son an da kurtulmuşsun gibi nefes al.
Nefesini gözle, hisset. Nefes al.

Bir öğreti, nefes kursu bilmiyor olabilirsin. Ben de bilmiyorum zaten. Ruhun hepsini biliyor, bedeninin DNA sında kayıtlı zaten nefes alma bilgisi, hem sahi, nefes almadan yaşamıyorsun ki..

En temel bilgin nefes almak. O sebeple, kötü hissettiğinde, tüm dünya yıkılmış, tüm insanlık aya fezaya çıkmış seni tek başına evrenlerin ortasında karanlıkta bırakmış gibi hissettiğinde;

nefes al.

Bu kadar basit olması inandırıcı da değil, kulağa afili de gelmiyor biliyorum.
Simyanın daha zor derin bir şey olması lazım gibi değil mi ?
Ama işin aslı bu.
Nefes almaktan daha basit bir çözüm ben bilmiyorum.

Nefes, bizi daha yukarıya, ilahiyata bağlayan sihirli bir güç işte, yaşam kaynağımız.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar irtibatımız sağlam tüm isimleriyle ulu Yaradan'la, kosmosla, ruhumuzla.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar canlıyız, diriyiz, hayattayız.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar ''almayı kabul ediyoruz ''.
Ne kadar nefes alıyoruz, o kadar dönüştürüyoruz içimizdeki katmanları.


Bol ve derin nefesler dilerim,
hem kendime, hem sevdiklerime..

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bir hikaye daha bitti bitiyor...

Öncelikle, inandığım,bildiğim bir şey varsa ; o da şu hayatımızda ne yaşıyorsak, onu bizler yarattık.
Sevinçleri,üzüntüleri, ayrılıkları,birliktelikleri, orada ne varsa, alanda ne tezahür ediyorsa, bizler, bir boyutta, seçtik. Tabii her zaman böyle düşünmüyordum.Kendimi bir şeylerin kurbanı gibi hissetmek hoşuma gidiyordu.

Tüm yaratılarımı sahiplenmeyi- en azından yaratanın kendim olduğu gerçeğini teslim etmeyi- tabii ki pek çok sancılı,uzun dönüşümler sonrası öğrendim.Her neyse, bu başka bir alanın konusu sanırım.

Ayrılıklar hakkında yazmak istedim ilk.Nasıl olsa her şey ''ayrılık'' ile başlamıştı.

Aslında ''ayrı olan '' bir şey yok, ama ''ayrılık illuzyonu var '' buna da neyse :)

Bir şehirden, bir arkadaştan, aileden, bir sevgiliden, bir iş yerinden, bir okuldan ayrılmak, hep değişim ve yenilik vaad etse de; genelde sancılı bir süreci beraberinde getirir.

İlk hatırladığım ayrılık acısı, İlkokulda, okul değiştirmem sanırım. Baya üzülmüştüm ,2 ay kadar :)
Yeni okuluma alışıp mutlu olunca unuttum. Sonra ilkokuldan mezun olunca da üzüldüm çok.
 Yeni bir okula gidiyordum, hazırlık sınıfı, bol bol renkli tebeşir, kukla oyuncaklar, rengarenk giyinen Alman öğretmenler,  rengarenk resimli kitaplar, hiç gitmediğim anaokuluna geri dönmüşüm hissi hatırlıyorum bolca.
Hayatım boyunca hiç unutmayacağım muhteşem anıları yaşayacağım yerde olduğumu bilseydim de o günlerde o kadar sıkılırmıydım bilmiyorum. 7 senelik bir yolculuğa çıkmıştık ve çok ufaktık diğer sınıflar bizi kantinde, koridorlarda eziyorlardı. Civciv gibiydik. Lise son sınıflarla aynı ortamda komik görünüyorduk herhalde. Sonradan alışıp büyüyünce hiç de komik gelmedi, hayatın kendisiydi işte, futbol sahasında oynayan küçük sınıfları ''hadi len '' diye kovalayıp istop oynamak, ''çocuğu kantine göndermek ''  vs..
11 yaşımla 18 yaşımı geçirdiğim bu yerle ilgili yazarım ben daha pek çok şey, ancak bugün sadece hala içimi-zi burkan ayrılık zamanını yazsam daha iyi.

5 lise son sınıfı vardı sanırım, iki fen-matematik, bir türkçe-matematik ,bir sosyal, bir yabancı dil.
Biz TM sınıfı olarak geçen sene karşılaştığımız matematik hocamızın sözleriyle '' çok başka, çok birbirine tutkun '' duk. Dolayısıyla okuldan ayrılma acısını da en çok biz abarttık, abartmalara doyamadık.
Son 3 hafta aralıksız ağlamıştık biz sınıfça. Elimizde videolar var, gerçekten biri ölmüş gibi ağlıyoruz. Kızlı erkekli.. Ağlamayan bir adam yok koca sınıfta, hocalara ders yaptırmıyoruz, ''ama ayrılacağız lütfen '' sürekli elele tutuşup şarkı söylüyoruz, birbirimize sarılıyoruz, kıpkırmızı burunlarımız ve gözlerimiz var. Arada biri goygoya başlıyor her zamanki gibi ''laylaylaylaayyyy '' diye okulu alt üst ederken en neşeli anda birbirimizle göz göze geliyoruz ve başlıyor dökülmeye yaşlar kollar birbirine uzanıyor.
Bizden ayrılırken pek çok öğretmenimiz de çok ağladı, hala da bizleri unutmamaları bu yüzden sanırım.
İlk çok büyük ayrılığım bu olmuştu,  ''ben şimdi sabahları ne yapacağım '' diye ağlayan çocukluğumun güzel yüzüne bakıp cevap verememiştim, ama her birimiz sabahları yapacak bir şeyler bulduk elbet.

Üniversite'den, yaşadığım şehirden ayrılırken hiç üzülmemiştim de, ev arkadaşımdan ayrılırken biraz ağlamıştım.

İstifa ettiğim gün ağlamak ne kelime - fonda eye of the tiger çalıyordu sanki- inanılmaz güçlü, inanılmaz neşeli, inanılmaz ümitliydim.Yepyeni bir hayatın beni beklediğini biliyordum, öyle de oldu zaten, beklediğim şekilde değilse de.

Bir de insanlardan ayrılmak var ki.. Her seferi biraz zor oluyor.Her seferinde '' ben şimdi sabahları ne yapacağım ya '' diye isyan eden çocukluk arkadaşım gibi kalakalıyorum, her seferinde aldığım ya da alınmış karara uymaya çalışırken zor bir dönem geçiriyorum,  her seferinde yeni bir şey,bir his, bir durum bir kavrayış, bir yara bazen bir şifa bazen alıp da çıkıyorum bu dönemden.

''Ayrılık aslında bir illuzyon, hiç bir şeyden ve hiç kimseden ayrılamayız '' noktasına tüm bu ayrılıklar, ve sonrasında yaşananlar taşıyor insanı.
Şimdi, oyunu, oyunun farkında olarak ve gülümseyerek oynuyorum.
Öyle işte.. :)

Başlıyorum :)

Blog açma fikri hep korkutucu gelmişti bana. Şu an yaptığım şeye hala hayret ediyor olsam da, yapmaktan geri durmuyorum.Eteğimdeki taşları dökeceğim, twittera sığdıramadıklarımı,facebooka yazamadıklarımı, konuşarak ifade edemediklerimi, falanı ve filanı anlatacağım.
Bu akşam, çekmeceleri dolapları bir karıştırdım, yazdığım yüzlerce sayfa önüme döküldü.
Ne çok yazmışım senelerce, ne çok sorgulamışım hatta yazmayı..
''Belki de, sırf sonradan yazarken içe batan bir burkulma ve haz veren tüm bu süprüntüyü sadece yazabilecek bir şeyler biriktirmek için yaşıyorumdur '' gibi bir cümle gördüm.
Belki de öyleydi..
Günlük - üç beş günde birlik- tutmaya 12 yaşımda falan başlamıştım, 21 yaşıma kadar devam ettim. 23 yaşında bir gün hepsini okudum, ve yırttım, yok ettim.Güzel bir kutlamaydı.. Tüm o geçmişten kurtulmak,yeniye yer açmak istiyordum, fakat oldukça komik bir dille saçmalamamı özleyebileceğim hiç aklıma gelmemişti.
Arada özlüyorum da ! :)
İşte, başladım, hoşgeldim,hoşbuldum, nasıl olsa kendi kendimeyim şimdi.