28 Ağustos 2015 Cuma

Life Flow

Hayatta bazen kontrol edemediğimiz şeyler olur.
Ambulans geçerken hep içimden dua ederim, bildim bileli.
Babamın cenazesi ambulansla gelmişti, sireni duyduğum an içim çok kötü olur.

Geçtiğimiz aylarda 10 kez falan ambulansa bindim. Sirenin sesinin içerden nasıl duyulduğunu biliyorum artık.

Bir akşam ambulansla acile yetiştirildik, içerisi dolu, acil doktoru güzel yüzlü genç bir adam, ama enerjisi çok sert geliyor bana her an geri çevirebilir, enerjisi öyle. Enerji okumayı bilirim.
Çaresizlik, korku, endişe içerisinde dalgalanan bedenimin ne yaptığını bilmiyorum, ne söylediğimi bilmiyorum, bağırıp bağırmadığımı bilmiyorum, ama doktor bana bağırıyor ''önce hastana bakayım '' kısmını hatırlıyorum, bir insan bana bağırdığı için kendimi güvende hissetmem nadir bir durumdur; beni çaresizliğin yoğun karanlığının içinde bırakmayacağını anlayıp uzaklaşıyorum kayıt için o sırada katıla katıla ağlamakta olduğumu farkediyorum.  Kardeşime ne söyleyeceğimi düşünüyorum. Kardeşim askerde, hiçbir şeyden haberi yok. Tek umudum bana bağıran insanın yüzündeki ışık. İsmine bakıyorum elimdeki kağıttan, Türkçe dilinin en güzel erkek ismi. Bir gün oğlum olursa ona koyacağımı düşündüğüm sonra da çocuk yapmaktan vazgeçince unuttuğum isim. Tek umudum bu tevafuk.

O gece annem ölmüyor.

Bir hafta sonra yine ambulanstayım, yalvarmama rağmen beni kendi hastanemize götürmüyorlar, yalvarmama rağmen beni evimize yakın bir hastaneye de götürmüyorlar, ne kadar yalvarıp ağlasam da dünyanın en korkunç yerine en korkunç hastanesine gidiyoruz.
Bizi hiç hoş karşılamıyorlar,  ''Çapa'ya niye gitmediniz?!'' diye soruyorlar, 'ambulans buraya getirdi' diyorum. '' Bakırköy'e niye gitmediniz, evinize daha yakın' diyor doktor kız,'ambulans buraya getirdi' diye yineliyorum ama  buna inanamıyorum, buna cidden inanamıyorum,
İlk tahliller sonrası annemin enfeksiyondan, su kaybından, ya da pansitopeniden her an ölebileceğini farkediyorum.
Bana söylemiyorlar ben farkediyorum. 8 senedir başıma bir gün bunun gelebileceğini bildiği için bana kalemi eline alıp çizerek bunu öğretmiş olan kendi doktorumuz sayesinde farkediyorum.
Bana söylememekte ısrar ediyorlar, saat hesaplayarak serum takıyorlar sabaha vardığımızda yeni tahliller geliyor, enfeksiyon artıyor, bağışıklık hayati tehlike sınırına kadar düşüyor bunu görüyorum ve buna rağmen bizi çıkarmak istiyorlar.
Sevketmek değil çünkü sevk yetkileri yok, dünya üzerinde görebildiğim en çiğ en sümük yeşili gözlere sahip doktor kız '' hanımefendi şu an hayati tehlike yok diyorum ama beş dk sonrasını garanti edemem ben taburcu edeceğim siz kendi hastanenize götürün olmazsa  '' diyor.
Yaka kartından ismine bakıyorum ''Aliye hanım, geceden beri beyaz küreleri 1750 den 1200 e düştü, buradan çıkarmam mümkün değil, bu hayati tehlikeye gittiğini gösterir '' diyorum.
''hayır'' diyor. '' Binin altına da düşecektir, enfeksiyonu da artıyor '' diyorum. Benden nefret ederek bakıyor, ''uzmanım değerlendirir burada yapacak bir şeyimiz yok Çapa'ya götürmeniz lazım ben de sevk edemiyorum '' diyor.
Uzman doktora yalvarıyorum sonra, yakalıyorum adamı, ''lütfen diyorum, yan etkiden bunlar oldu, lütfen şu şu değeri şu şu, kanseri kötü durumda değil, kanseri agresif değil, sınırı yeni geçti. bu şekilde ölmesin ''
''Napabilirim ?'' diyor adam.
''Granocyte yazabilirsiniz '' diyorum. Yazamayacağını yetkisinin olmadığını söylüyor, zaten buralarda bulamayacağımı, ''ben bulurum'' diyorum. Nasıl bulacağımı soruyor şaşkınlıkla, 'ben bulurum' diyorum. '' Hadi git bul getir, söz veriyorum ben yapacağım'' iğneyi diyor.
O yapmasa bile ben yaparım. Çıkarmazsa bizi buradan ben yaparım. Taksiye doğru ağlayarak koşarken durup kusuyorum, sinirlerim de bedenim de iflas etmek üzere.

Hayatımın en korkunç anlarından biri olduğunu düşünüyorum, sadece bir ışık. İğneyi bulup geliyorum, illegal yolla getirdiğim için yaptırmam da saatlerimi alıyor.

O gece artık 3 gündür uyumamış ve 15 dakikada bir acil kapısına bırakılıp kaçılan bonzaicileri izleyerek kahve içerken hayatımın vardığı noktayı düşünüyorum.

'' Tarzımı biliosun '' coolluğuyla geçen ömrümü. Güzel kumsalları, güzel içkileri, güzel geçmiş şeyleri. Şu an ben hiç güzel görünmüyorum, leş gibiyim, sabahın üçü ve Reinadan çıkmış Cihangir merdivenlerinde oturuyor değilim, leş gibi bir yerde leş gibi bir kahve içiyorum, yan masadaki kan taciri benimle konuşmaya çalışıyor, tek dişi yok.

Bir daha hüç gülemeyeceğimi düşünüyorum. Bir daha hiç şükredecek bir şeyim olmayacağını düşünüyorum.

Aylar geçip gidiyor, bir gün korkunç bir gün stabil.

Dün gece annemin doğum günüydü.
Güzel yemek yedik, kardeşim pişirdi. Bahar güzel pastayla gelmişti. Annemin sofraya attığı adımları alkışladık.
Baharla kahveler içip uzandık, ona geçmişimden hikayeler anlattım çok güldük, ''fonda serseri doğdum serseri ölcem'' çaldı resmen dedi, buna da çok güldük.
Annem mumları üfledi, Onur şarapları doldurdu, ben içmedim ama o an o kareye büyük şükranla baktım. Anneme, Onur'a, Bahar'a. Öyle güzel görünüyorlardı ki..
İçimden ''lan neler geldi başıma be, ben nasıl atlattım bütün bunları'' diye geçirdim. Şükrettim.

Yine şükredecek bir şeylerim olacak.
Bütün hayatım böyle geçti.
Kendimi karda yuvarlanıp ağlarken hatırlıyorum, o zaman da bir daha asla hiç gülemeyeceğimi düşünmüştüm.
Kendimi bir arabanın kaportasını tekmeleyip bağırırken hatırlıyorum, bir daha asla hiç gülemeyeceğimi düşünmüştüm.
Kendimi babamın cenazesinde hatırlıyorum,  ruhumun yarısının gömüldüğünü bir daha asla gülemeyeceğimi düşünmüştüm.

Hep güldüm sonra ama.

Bugünün getirdiklerine bin şükür.

Hayat bu, kontrol edemiyorum.
Sadece akmayı düşünüyorum artık, hayatla birlikte.
Nereye götürürse.

Kaza olunca rıza vermek, aşk olunca meşk etmek.

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder